14 Mart 2009 Cumartesi

İlk Süpermen’e 317 bin dolar

İnsanüstü yeteneklere sahip çizgi roman kahramanı Süpermen'in ilk dergi 2 hafta önce satışa çıkarılmıştı. Açık artırmaya 89 kişi teklif sundu. Dergiyi alanın da satanın da kimliği açıklanmadı. Dergi, 1938'de 10 sente satılıyordu. Kripton gezegeninden gelen Süpermen, dergi kapağında korku dolu gözlerle kaçışan insanların arasında, göğsünde S harfi, üzerinde mavi kostüm ve kırmızı peleriniyle yeşil bir otomobili kaldırıp fırlatmaya hazırlanırken görülüyor. Süpermeni, Jerry Siegel ve Joe Shuster adlı iki Amerikalı genç çizmişti.

13 Mart 2009 Cuma

Melih Cevdet Anday anılıyor

Modern Türk şiirinin kurucuları arasında yer alan Melih Cevdet Anday, geçmiş-gelecek iç içeliği ekseninde kurguladığı şiirleri ile 16 Mart Pazartesi akşamı İş Sanat'ta bir kez daha anılacak.
İlk şiiri "Ukde" 1936 yılında Varlık dergisinde yayımlanan Anday, Orhan Veli ve Oktay Rifat ile birlikte "Garip" akımının içinde yer aldı. Anday'ın şiiri daha sonraki yıllarda sürekli bir değişim gösterdi. Özellikle son dönemlerinde, düşünsel/felsefi bir şiir kuran şair, şiirinde mitolojik konulara da ağırlık verdi. Dinletide yer alan şiirler, Anday'ın sık kullandığı temalardan biri olan geçmiş-gelecek iç içeliği ekseni esas alınarak seçildi
Tarih : 16 Mart 2009, Pazartesi
Saat : 20.00
Dinleti ücretsizdir.

‘Watchmen’ Türkçede

Alan Moore’un 1986-87 yılları arasında yazdığı ‘Watchmen’ Türkçede. Yayımlandığı dönemde çizgi roman camiasını yakından izleyenlerin üzerinde sarsıcı etkiler bırakan kitap, birçok tartışmaya yol açmıştı. ‘Watchmen’in bu kadar tartışılmış olmasının sebebi, şüphesiz yayımlandığı dönemde soğuk savaşın hâlâ devam ediyor olmasıydı
Türkiye’de özellikle V for Vendetta’nın yaratıcısı ve Superman, Batman gibi çizgi romanların bazı bölümlerinin yazarı olarak tanınan Alan Moore’un 1986-87 yılları arasında yazdığı Watchmen adlı yapıtı da Türkçeye çevirildi.
Uluslararası alanda Moore’un en çok bilinen ve Time dergisinin 20. yüzyılın en iyi 100 romanı arasında gösterdiği Watchmen yayımlandığı dönemde çizgi roman camiasını yakından izleyenlerin üzerinde sarsıcı etkiler bıraktı ve birçok tartışmaya yol açtı. Kitabın bu kadar tartışılmış olmasının sebebi, şüphesiz yayımlandığı dönemde soğuk savaşın hâlâ devam ediyor olması ve tüm dünyayı tehdit altında bırakan nükleer silahlanma sürecinin hızlanmış olmasıydı. Alan Moore, birçok yapıtını dönemin yükselişte olan muhafazakâr ideolojisine zıt, liberter bir bakış açısıyla kaleme aldı.
Moore, yapıtlarında incelikli karakter çalışmaları yaparken, okuru klasik süper kahraman motiflerinin dışında düşünmeye zorluyor.Watchmen’deki karakterlerin çoğunun kahramanlığa soyunmasındaki ana etkenler, muhafazakâr söylemde de yoğun olarak görülen ‘toplumun yozlaşması’, ‘ahlaki değerlerin sıfırlanması’ gibi unsurların yanında, üstüne bir kostüm geçirip kötü adamları pataklamanın heyecanı ve eğlencesidir de. Hiçbiri bahsedilen ‘yozlaşmanın’ sebebini hükümetin politikalarında aramaz. Yeri geldiğinde hemen hepsi hükümetle işbirliği yaparak toplumsal hareketliliği bastırmaya çalışır. Ancak, dünya hızla değişmekte ve basit bir gangsteri yakalayıp içeri tıkmak işleri düzeltmeye yetmemektedir. Kostümlü kahramanlar giderek işlevlerini yitirmeye, kullanışsız hale gelmeye başlar. Dahası toplum, kendini kahraman ilan eden bu ‘gözcü adamlardan’ hoşnut değildir. Öyle ki insanlar ellerinde “Rozetler istiyoruz, maskeler değil!” ya da “Bize polisimizi geri verin!” yazılı pankartlarla bu kanuni yetkisi olmadan düzen sağlamaya çalışan kahramanlara karşı ayaklanmaya başlar. Moore’un Watchmen’i, İngiltere’de ‘kargaşa polisi’nin giderek güçlendiği ve polis arabalarına, sokaklara kameralar yerleştirilmeye başlanan bir dönemde yazdığı dikkate alınırsa, Watchmen’in, bu kahramanlar topluluğu için rastgele seçilmemiş bir isim olduğu anlaşılır. Aksine gözetim toplumu kavramının güçlenmeye başladığı bu dönemde Moore’un Watchmen’de yarattığı kahramanların hemen hepsinin bir ‘toplum bekçisi’ rolüne bürünmüş olduğu görülür.
Amerikan rüyasına ne oldu?
İlk kahramanımız ailesiyle birlikte kente göç eden ve taşra kültürünün naifliğine tezat oluşturan kent kültürüyle karşılaşan Nite Owl bir polis memuru olur ve polis kimliğinin yeterli olmadığı durumlarda baykuş kostümüyle sokakta suçluları kovalar.Nite Owl II ise, selefinin emekli olmasının ardından, aynı kaygılarla fakat daha çok bir macera arzusuyla kahramanlığa soyunmuştur. Kuş bilimine olan ilgisi sayesinde tasarladığı gece görüşü sağlayan gözlükler ve önündeki göz biçimindeki camlarından etrafı kolaylıkla görme imkânı veren uçan gemisi ile geceleri gizlice sokakları izleyebilmektedir. Üstünde Kaptan Amerika’yı anımsatan, sağı solu bayraklarla bezeli bir zırhla gezinen Comedian ise, devletle gizli bir anlaşma dahilinde çalışmaktadır. O, her ne kadar diğer tüm kahramanlardan daha çok düzene dahil olsa da, olaylara ahlak karşıtı bir bakış açısıyla yaklaşır: her türlü çarpıklığı, adaletsizliği, hatta savaşı koca bir şaka olarak algılamayı seçmiştir. Bir gece, bir ayaklanmayı bastırmaya çalışırken, ülkesinin ve Amerikan toplumunun vardığı noktaya isyan eden Nite Owl II’nin “Amerikan rüyasına ne oldu?” sorusunu, “Gerçekleşti. Şu anda ona (kendisini işaret ederek) bakıyorsun,” diyerek yanıtlar. Dr.Manhattan’da da bu Comedian’inkine benzer bir ahlak karşıtlığı vardır. Dr. Manhattan, her şeyin üstünde tuttuğu bilimsel nesnelliği ve bu konudaki üstünlüğünü ülkesine hizmet etmek için kullanır ve bunu yaparken, halkın yanında olması gerektirdiği durumlarda bile, politik ve ahlaki bir safta yer almaz. Moore, Watchmen’de karşımıza çıkan her karakterde toplum bekçiliğinin ve kahramanlığın farklı boyutlarını sergiler.
Comedian’ın öldürülmesiyle başlayan olaylar zinciri, bütün kahramanların kişisel hikâyelerinin anlatımıyla yavaş yavaş gelişirken, arka plandaki nükleer savaş olgusu yazar tarafından ayrıntılı biçimde işlenmiş ve süper kahramanları olduğu kadar okuru da felsefi ve etik bir sorgulamaya itmiştir. Kahraman olmanın ve tüm kötülüklere bir başına son vermeye çalışmanın, bu yükü sırtlanan kişiyi bir gözetleyici, bir yasa koyucu, nihayetinde de gücünün yettiği ölçüde bir diktatöre dönüştürebileceğine dikkat çeken, yine de kesin ahlaki önermeler sunmaktan itinayla kaçınan Watchmen, şimdi de en az yazıldığı dönemde olduğu kadar anlamlı bir yapıt olarak okurlarıyla Türkçede buluşuyor. Watchmen’i şu sıralar beyazperdede izlemek mümkün. Zack Snyder yönetmenliğindeki film, çizgi romanını okuduktan sonra konunun üzerine cila atmak isteyenler için iyi biri seçenek olabilir.
WATCHMEN
Alan Moore
Çizen: Dave Gibbons
Gerekli Şeyler
2009
416 sayfa, 30 TL.

Aydın Doğan Ödülü Genco Erkal'a

Oyuncu, yönetmen, dramaturg, uyarlamacı olarak 50 yıldır tutarlı çizgisinden ödün vermeyen Genco Erkal, Aydın Doğan Ödülü'nün bu yılki sahibi oldu
Her yıl sanatın ve bilimin farklı alanındaki öncü bir isme verilen Aydın Doğan Ödülü'nün bu yılki sahibi tiyatro sanatçısı Genco Erkal oldu. Bu yıl 'tiyatro' dalında verileceği duyurulan ödülü, Genco Erkal'ın aldığı açıklandı. Açıklamada "oyuncu, yönetmen, dramaturg, uyarlamacı olarak 50 yıldır tutarlı çizgisinden ödün vermeyen, 40 yıldır Dostlar Tiyatrosu’nu yine aynı çizgide sürdüren ve başarılarının yanı sıra çağına tanık olan" bir sanatçı olarak Genco Erkal’ın Aydın Doğan Ödülü 2009'a değer bulunduğu belirtiliyor. Erkal, ödülünü 13 Nisan'da Hilton Oteli'nde yapılacak törenle alacak.
Ödül adayları üzerinde açık tartışma ve eleme yöntemiyle karar veren Seçici Kurul şu isimlerden oluşuyordu: Doğan Hızlan (Başkan), Orhan Alkaya, Lemi Bilgin, Prof. Dr. Cevat Çapan, Prof. Dr. Dikmen Gürün, Gencay Gürün, Prof. Dr. Özdemir Nutku, Turgut Özakman, Seçkin Selvi, Prof. Dr. Sevda Şener, Prof. Dr. Ayşegül Yüksel.
GENCO ERKAL KİMDİR?
Aydın Doğan Ödülü 2009'un sahibi Genco Erkal, tiyatroya 1959 yılında başladı. Kent Oyuncuları, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu, Ankara Sanat Tiyatrosu gibi önemli özel tiyatro topluluklarında oyuncu ve yönetmen olarak çalıştıktan sonra Erkal, 1969 yılında, bugün de sanat yönetmeni olduğu Dostlar Tiyatrosu'nu kurdu.
Gorki, Brecht, Sartre, Peter Weiss, Steinbeck, Havel, Beckett gibi yabancı yazarların yanı sıra, Aziz Nesin, Haldun Taner, Nazım Hikmet, Refik Erduran, Vasıf Öngören, Orhan Asena, Can Yücel gibi Türk yazarlarının oyunlarını yönetti. Roman, öykü, şiir gibi değişik türlerden tiyatroya uyarlamalar yaptı, oyunlar çevirdi. Son olarak Sivas 93 adlı oyunu yazdı. Çeşitli ödüller kazandığı ünlü rolleri arasında Aslan Asker Şvayk, Gogol'ün Bir Delinin Hatıra Defteri, Brecht'in Galileo'su, Maxwell Anderson'un Yalınayak Sokrates'i, Nazım Hikmet'ten Kerem gibi, Can Yücel’den Can sayılabilir. Erkal, pek çok sinema filminde de rol aldı, iki Altın Portakal ve sayısız tiyatro ödülünün sahibi oldu.

12 Mart 2009 Perşembe

Çizgilerle Beyoğlu!

Ünlü karikatürist Tan Oral, çizgileriyle Beyoğlu’na farklı bir bakış getiriyor. Tan Oral’ın, Beyoğlu’nu ve Beyoğlu kültürünü anlatan karikatürleri ve çizimleri sergileniyor. Beyoğlu Belediyesi’nin 150. Yıl Kutlamaları nedeni ile kültür ve edebiyat adamı Doğan Hızlan’ın seçtiği 100 edebiyatçının 100 eserini içeren İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından basıldı. Bu kitapta yer alan Tan Oral’ın çizimleri ve Beyoğlu binalarının cephe süslemelerinden ayrıntıların yer aldığı eserler Beyoğlu Belediyesi Sanat Galerisi’nde sergileniyor. Sergi 6 Nisan 2009 tarihine kadar açık kalacak. Beyoğlu Belediyesi Sanat Galerisi’nde gerçekleşen sergilerin bir diğer etkinliği olan “Galeri Sohbetleri”nin konuğu ise “Beyoğlu’ndan Edebi Esintiler’’ kitabının yazarı Doğan Hızlan olacak.

Dağlarca: Kimse yalnız ölmez

Beyaz dergisi 14 yıllık suskunluğun ardından Dağlarca anısına özel bir sayıyla yeniden yayımlandı.
Ahmet Soysal ve Turgay Özen'in birlikte hazırladıkları “Beyaz Özel - Dağlarca” dergisi Hayykitap tarafından çıkartıldı. Hayykitap, Ece Ayhan ve İlhan Berk için de birer Beyaz Özel kitabı hazırlayacak.
Beyaz’ın 21. sayısı, Dağlarca şiirleriyle başlıyor, Dağlarca’nın Marmara Hastanesi’nde yazdırdığı “Dua” ve Ahmet Soysal’ın ‘Dağlarca, Dün, Yarın’ başlıklı yazısıyla devam ediyor. Dergide Turgay Özen’in yeni şiirine de yer veriliyor. Kimse yalnız ölmez Dizesi de gider onunla
DUA
Dua, felsefenin avuçlarımzdan başladığını gösterir. Böylece, felsefe, nereye varırsak varalım, o sıcaklığıyla bizimdir. Son insan bile, ölürken, özel ızdırabıyla özel hayatıyla yeni bir felsefe yaratacaktır. Her filozofun felsefesi ölmez. Mısır Ehram'larındaki gibi (altın gümüş) yeni nesillere kalır. Felsefe sanki değişik içeriklerden yapılmış (altından, sudan ?...).
Sonra, felsefede en cahil insan için bile duyulan bir olma vardır. Fani, gelip geçen hayatımız sanki onda gülümser. "Gülümser" sözcüğünü kullanırken "beşeri" anlamını içine katıyorum.
Marmara Hastanesi , 22 Nisan 2008
(NOT: Dağlarca bu metni, yanımda taşıdığım Spinoza'nın Etika yapıtını elinde tutup, öper ya da koklar gibi kendine yaklaştırdıktan sonra bana söylemiştir. Ahmet Soysal)
SOYSAL: BİR BAKIMA ŞİİR VASİYETİ
Derginin girişinde yazdığı yazıda, "Okuyacağınız şiirler, Dağlarca'nın son aylarında yazdıklarından" diyen Ahmet Soysal'a göre, "Onları dergilerde yayımlamak istiyordu ve dergi seçimini bana bırakmıştı. Kısmet, Beyaz'da yayımlanmalarıymış meğer... Bu şiirlerin dağılmadan, bir toplam durumunda yayımlanmalarının daha doğru olduğu kesin... Böylece, şairin şiirde vardığı son nokta ve bir bakıma şiir vasiyeti ortaya çıkmış oluyor".

YAŞAMANIN YÜZÜ SEVMEK
Demirci demiri döverken
İmrenir kıvılcımlara
Ah bana da vursalar
Çıkarabilsem içimdeki söz aydınlığını
(Dağlarca-3.3.2008 )

Turgay Özen de Dağlarca için, "Dağlarca'nın okur sayısı, dünyadaki insan-insan sayısı kadar olmadıkça, her birimiz bu gökyüzü şiirlerinden kovulan günahkarlar gibi hissedebiliriz kendimizi..." diyerek ekliyor: "İnşallah mutludur yazının o sonsuzluk denizinde, çocuk kelimeleriyle birlikte... Biliyorum! Ölümün o muhteşem yalnızlığında bile 'dağlara bakmak sevaptır.'

Drag Me To Hell

Evil Dead’in yaratıcısı Sam Raimi’nin yeni korku fenomenleri geliyor… “Bundan önce çektiğim son korku filminin hangisi olduğunu hatırlamıyorum. Karanlığın Ordusu’nun (Army Of Darkness) korku filmi olduğundan emin değilim. Kötü Ruh 2 (Evil Dead 2) sadece yarı yarıya korkuydu…” diyor korku sinemasının usta isimlerinden Sam Raimi. Aslında, Raimi neredeyse 20 yıldır türün safkan bir örneğini yapmaya girişmedi. “Şeytanın Ölüsü (Evil Dead) ve Kötü Ruh 2′yi yaptığımızda, bütün o Freddy ve Jason filmleri ard arda gelmeye devam ediyordu. Bu slasher modasına son verdiğimiz için çok mutluyum çünkü onları izlemekten yorulmuştum. Yedi tanesi yapıldıktan sonra hiçbir ilginçliği kalmıyor. Drag Me To Hell ise ’slasher’lar yerine Halka (Ringu) ve Göz (Gin Gwai) gibi Japon korku filmlerinin gölgesi altında çekiliyor. Filmde bir bankada çalışan Christine’ın (Alison Lohman) son derece sıradan başlayan günü korkunç bir kovalamacaya dönüşüyor. Raimi şöyle anlatıyor: “Christine’ın önüne evinden atılması gereken yaşlı bir kadının dosyası geliyor. Bir seçim yapmak zorunda; ya patronunu etkilemeye çalışacak ya da kadının evinde kalmasını sağlayacak. Yanlış bir ahlaki tercihte bulunuyor. Yaptığı bu seçim üzerine kadın öfkeden çıldırıyor. İntikam ateşiyle yanan kadın, kızı lanetliyor.” Ne türden bir lanet olduğunu merak ediyoruz. “Fazla ipucu vermek istemiyorum” diye gülüyor: “Şu kadarını söyleyebilirim. Bu lanet Christine’in hayatını birkaç günde cehenneme çeviriyor.” Çok sert bir film gibi görünüyor. “Pek değil” diyor Raimi: “Şoklar ve gerilim içeren sahneler var ama sizi güldüreceğini umduğum birkaç sahne de olacak.” Uzun zamandır film çalışması yapmayan Sam Raimi’nin 2009 yazında gösterime girecek olan Drag Me To Hell filmini bizde merakla bekliyoruz..

Sinepark başlıyor

Galatasaray Üniversitesi İletişim Kulübü'nün bu sene üçüncüsünü düzenlediği Sinepark Kısa Film Festivali'nde her film kendi türündekilerle yarışacak ve en iyi film 2.500 TL'lik Hürrem Erman Özel Ödülü'nün sahibi olacak.
Belgesel ve kurmaca filmlerin yer alacağı Sinepark Kısa Film Festivali'nde korku, aksiyon, fantastik ve bilimkurgu türündeki kurmaca kısa filmler “Korku Tüneli”, komedi filmleri “Komikaze”, dram türüne giren filmler “Alabora”, belgesel filmler “Çarpışan Aramalar” ve lise öğrencilerinin kısa filmleri “Atlı Karınca” bölümlerinde değerlendirilecek. Her türde en iyi film ödülünün yanı sıra, en iyi senaryo, en iyi görüntü, en iyi kurgu, en iyi kadın oyuncu ve en iyi erkek oyuncu dallarında birincilik ödülü verilecek. Sinepark'ın en iyi filmi ise 2.500 TL'lik Hürrem Erman Özel Ödülü'nün sahibi olacak. Ödül alan filmler ayrıca Fransız Kültür Merkezi'nde izleyiciyle buluşacak. Son katılım tarihi 1 Nisan olan ve her filmin kendi türündekilerle yarışacağı festivalde, çekim formatı açısından herhangi bir sınırlama bulunmuyor.
Sinepark Film Festivali'ne katılan filmler, yönetmen Ezel Akay, belgesel sinemacı Necati Sönmez, görüntü yönetmeni Feza Çaldıran, sinema eleştirmeni Alin Taşçıyan, oyuncu Beste Bereket, yapımcı Fuat Erman ve akademisyen Prof. Dr. Zeynep Tül Akbal Süalp'dan oluşan jüri tarafından değerlendirilecek. Ön elemeden geçen filmlerin gösterimleri 6-8 Mayıs 2009 tarihleri arasında, Galatasaray Üniversitesi Ortaköy Kampüsü'nde yapılacak. Katılım formlarına ve festivalle ilgili daha ayrıntılı bilgiye Sinepark Film Festivali'nin web sayfası http://sinepark.gsu.edu.tr adresinden ulaşılabilir.
Bu yıl üçüncüsü düzenlenecek olan Sinepark Film Festivali'ne ilk iki yıl yaklaşık 200'er film katıldı ve bu filmler Türk Sineması'nın önemli isimleri tarafından değerlendirildi. 2007'de düzenlenen ilk festivalde; Derviş Zaim, Uğur İçbak, Sevin Okyay, Serpil Kırel, Fuat Erman, Umut Aral ve Serhat Tutumluer, 2008'de ise Ömer Uğur, Fuat Erman, Bennu Yıldırımlar, Mehmet Açar ve Gökhan Atılmış juri üyesi olarak görev yaparak Sinepark Kısa Film Festivali'ne değerli katkılarda bulundular..

JEDİ AKADEMİ ÜÇLEMESİ

Kevin Anderson'un yazdığı JEDİ AKADEMİ ÜÇLEMESİ ilk kitabı "Jedi Arayışı" Arkabahçe etiketi ile raflarda.
"İmparatorluk'un dağılmış kalıntıları arasında oluşturulmaya çalışılan Yeni Cumhuriyet; evreni değiştirebilecek Güç'e sahip iki çocukla -Jedi ikizleri- birlikte büyümektedir. Bu kargaşa ve keşif zamanında olağandışı yeni bir Star Wars efsanesi başlar...
Luke Skywalker, yeni Jedi Şövalyeleri eğitmek için akademinin ilk adımlarını atarken; Han Solo ve Chewbacca, Kessel gezegeninin dipsiz baharat madenlerinde çalıştırılmak üzere tutsak edilirler; ama kaçmayı başarırlar. Peşlerindeki garip ordudan kaçmak için çaresizce dev bir kara deliğe dalarlar. Fakat kendilerini çok daha büyük bir tehlike beklemektedir; Eski İmparatorluk tarafından, gizli ve çok güçlü bir silah geliştirmek üzere kurulmuş bir araştırma laboratuvarı ve onu korumakla görevlendirilmiş dev bir savaş filosu..."
Çeviren: Elif Umar
Sayfa Sayısı: 264

Kitapkokusu 9. Öykü Yarışması

Kitapkokusu 9. Öykü Yarışması başlıyor. Yarışmaya katılım şartları şöyle:

ŞARTNAME:
- Öykünün katılımcı tarafından yazılmış olması gerekmektedir.
- Öyküler, 1000-3000 kelime aralığında olmalıdır.
- Öyküler, konu bakımından aşağıda verilen açıklamaya uymak zorundadır.
- Her yarışmacı istediği kadar öyküyle yarışmaya katılabilir.
- Öykülerin Türkçe imla ve noktalama işaretlerine uygun olması, Türkçe'nin yapısının korunarak dilimizin en güzel şekilde kullanılması gerekmektedir.
- Öyküler 22 Mart 2009 pazar gününe kadar "9. Öykü Yarışması Öyküleri" bölümüne yeni başlık açılmak suretiyle gönderilmelidir. Bu tarihten sonra gönderilecek öyküler yarışmaya dahil edilmeyecektir.
- Ödüller yarışmamıza Destek veren Can Yayınları tarafından verilecektir. Yarışma birincisi ve en iyi eleştiri yapan üye ödüllendirilecektir.
- Yarışma birincisi forum üyeleri tarafından açık oylama usulü ile belirlenecektir.
- Öyküler "9. Öykü Yarışması Öyküleri" bölümünde toplanmaya başladığı andan itibaren okunup eleştirlebilecektir. Açık oylama süresi bitimine kadar yapılan eleştiriler arasından birisi forum yöneticileri tarafından "en iyi eleştiri" olarak seçilecek ve ödüllendirilecektir.

ÖDÜLLER:
-1.lik ödülü:
Yakut Yüzük-Diana Haeger ve Drina'da Son Gün-Faik Baysal
-En İyi Eleştiri Ödülü: Beşinci Pencere-Melike Koçak

ÖYKÜ KONUSU İÇİN AÇIKLAMA
Öykülerde başkahramanın yanında başka kimsenin göremediği ve başkahramanla sürekli iletişim halinde olup onun hayatına yön veren bir cin bulunması fikri kullanılacaktır.

Katılımın bol olması, değerli eserlerin üretilmesi temennilerimle...
http://kitapkokusu.com

Murat Bardakçı'nın kitabı New York Times'ta

Ermeni iddialarını desteklemesiyle bilinen New York Times'ta bir ilk!
ABD’nin saygın gazetelerinden New York Times, Gazete Murat Bardakçı’nın Ermeniler’in 1922’de katlettikleri Sadrazam Talât Paşa’nın belgelerine dayanarak yayınladığı “Talât Paşa’nın Evrak-ı Metrûkesi” isimli kitabına geniş yer ayırdı. Gazetenin, Bardakçı’nın “Zamanın hükümeti Ermeni nüfusu başka yerlere göndermek zorundaydı” şeklindeki sözlerine yer vermesi, Ermeni iddialarını desteklemesiyle bilinen New York Times’ta bir ilk olarak değerlendiriliyor.
ABD’nin önde gelen gazetelerinden New York Times’ta, Murat Bardakçı’nın 1922 yılında Ermeniler tarafından katledilen Sadrazam Talât Paşa’nın özel arşivine dayanarak yayınladığı “Talât Paşa’nın Evrak-ı Metrûkesi” isimli kitabı ile ilgili olarak geniş bir haber yayınlandı.
Bardakçı, gazeteye verdiği demeçte “Tehcir Nazi benzeri bir politika yahut soykırım değil, bazı kanlı olayların sonucuydu ve zamanın hükümeti Ermeni nüfusu başka yerlere göndermek zorundaydı” dedi. Murat Bardakçı’nın tehcir kararında bazı Ermeniler’in Birinci Dünya Savaşı yıllarında Ruslar’la çatışan Türk birliklerine saldırılar düzenlemesinin büyük etkisinin bulunduğunu söylediğini de yazarken, Ermeni tezlerini ve soykırım iddialarını desteklemesiyle bilinen New York Times’da, bu yönde bir açıklamanın ilk kez yer alması da dikkat çekti.
Gazetenin Türkiye muhabiri Sabrina Tavernise imzasıyla yayınlanan haberde, Bardakçı’nın açıklamalarının ve kitabındaki ayrıntıların yanısıra, Ermeni iddialarını destekleyen bazı tarihçilerin görüşlerine de yer verildi. New York Times, Murat Bardakçı’nın “tehcirin bir soykırım olmadığı” ve her iki taraftan da hayatını kaybedenlerin gerçek sayısının hiçbir şekilde belirlenemeyeceğini söylemesine karşılık, Ermeni tezlerini destekleyen tarihçilerin karşıt sözleri de gazetede yeraldıo.

11 Mart 2009 Çarşamba

Hayatta ölçünün rolünü anlamak için okuyun

Gündelik yaşamda bilimin rolüyle ilgilenen herkes, bu kitapta gezegenimizi ve evreni nasıl ölçtüğümüzle ilgili sorulara yanıt bulacak.
Ölçüler uygarlığın doğuşundan bu yana toplumu, devleti ve ilerlemeyi tanımlamıştır. Toprağın, tarım ürünlerinin, sarayların, ticari malların, bireyleri vergilendirmenin, kayıt tutmanın ve bayramları kutlamanın sınırlarını belirlemek için, uzunluk, alan, hacim, açı, ağırlık, değer, dil ve zaman nicelenmeli ve sistemleştirilmelidir. Ölçüler modern dünyada yazarkasalar, uydular ve beyin tarayıcıları gibi araçlarla kendilerini göstermişlerdir. Bu hoşumuza gitsin ya da gitmesin, ölçüler yaşamımızın neredeyse her alanını düzenler – sınavlar, faiz oranları, ilaç reçeteleri, kamuoyu araştırmaları vb. yoluyla.
Ölçüler Kitabı, tüm bu konuları çeşitli resim ve illüstrasyonlarla ortaya koyuyor. Bu kitap ölçü birimlerinin ve ölçme araçlarının arkasında yatan düşünceleri açıklıyor ve bunların fiziksel evrenle (elektronlar, Dünya ve yıldızlar) insan vücudu ve zihnine nasıl uygulandığını gösteriyor.
Ölçüler Kitabı, hem tarihe hem de bilime dayanarak, sıcaklık, depremler ve radyoaktiviteden müzik, kan ve toplumsal davranışlara kadar ölçülebilir her şeyi ve ayrıca metrik sistemin Fransız Devrimi’ndeki kökenlerini ortaya koyuyor. Bu kitap okuyucuya, Hubble uzay teleskopunun bilinen âlemin ucundan çektiği gökada fotoğraflarından zihnin derinliklerini ortaya çıkaran zeka testlerine kadar bir dizi konu sunuyor.
Gündelik yaşamda bilimin rolüyle ilgilenen herkes, kendimizi, gezegenimizi ve evreni nasıl ölçtüğümüzle ilgili sorulara kolayca kavranabilir, zekice ve eğlenceli yanıtlar bulacak.
Ölçüler Kitabı, kitapçılardan 35 TL’ye internet yoluyla www.ntvyayinlari.com adresinden ve 0212 630 17 00 numaralı çağrı merkezinden 28 TL’ye edinilebilir.

Julia Roberts, beyazperdeye geri döndü

ABD'li aktris Julia Roberts, uzun süre ayrı kaldığı beyazperdeye, "Duplicity" adlı filmle geri döndü.
Julia Roberts'ın, başrollerini Clive Owen ile paylaştığı filmin galası, Londra'daki Leicester Square'de bulunan sinema salonunda yapıldı.
Salona, yüzlerce hayranının kuşattığı kırmızı halıdan geçerek giren Oscar ödüllü Roberts, filmin senaryosunun çok iyi olduğunu söyledi.
Roberts, büyük bir yönetmenle ve Clive Owen'la tekrar çalışmaktan büyük mutluluk duyduğunu ifade etti.
Robert ile Owen, 2004 yılında başarı kazanan "Closer" adlı filmde de başrolleri paylaşmıştı.

Monsters vs. Aliens

Dünyaya dev bir astreoid düşer ve küçük bir kıza çarpıp onu dev bir canavara dönüştürür. Bunun üzerine ülkenin gizli ajanları onu da kaçırıp, yıllardır beraber yaşayan garip yaratıkların toplandığı gizli bir tesise kapatırlar. Fakat uzaylı bir tehdit karşısında çaresiz kaldıklarında yardım alabilecekleri tek yer vardır... Yaratıklar!

T.Kiremitçi'nin romanı Estonca'ya çevrildi

Estonya'nın Tartu Üniversitesi Türk Dil Merkezi Öğretim Elemanı Hagani Gayıplı tarafından Estonca'ya çevrilen roman hakkında, yüksek tirajlı gazetelerden biri olan Postimees'in kitap ekinde, Tiina Tomingas imzalı bir de makale yayımlandı.
Kitap ekinde, yeni nesil genç yazarlardan biri olan Kiremitçi'nin, romanlarında daha çok hikaye anlatmayı tercih ettiğine dikkat çekilirken, romanda birbirine geçmiş iki hikayeye yer verildi. Kiremitçi'nin romanında, iki kadının kendi hikayelerini birbirlerine anlattığı belirtilirken, ''Aslında burada öyküyü anlatan kişi, yazarın kendisi değil.
Yazar, öyküyü romandaki iki kadın kahramanına, kendi öykülerini anlattırmak yoluyla anlatıyor. Roman, diyaloglar halinde devam ediyor'' değerlendirmesi yapıldı.Yazarın, zaman veya mekana değil, hikaye anlatımına önem verdiğine ilişkin açıklamalarına da yer verilen makalede, ''Dualar Kalıcıdır romanı, bu yaklaşıma iyi bir örnek'' denildi.
Makalede, romanın detaylı özeti verilirken, romanın iki kahramanından biri olan Bayan Rosella'nın hikayesi ''Geçmişe dönük'', Pelin'inki ise ''Gençlik ve isyan duygularıyla dolu'' şeklinde tanımlandı.
Tomingas'ın makalesinde ayrıca, ''Kiremitçi, romanının adı olan 'Dualar Kalıcıdır'ı güzel bir sembol olarak kullanmış. Bir zamanlar, bir Yahudi manastırındaki insanlar, bildikleri duaları kağıt parçalarına yazarlarmış.
Bunları okuma fırsatı bulanlar da bunları birer vahiy olarak görürlermiş. Bütün dualar aynıdır'' ifadeleri de yer aldı.

YKY Bülten Mart sayısı çıktı...

YKY Bülten’in bu sayısının kapağında, Ünal Aytür’ün Henry James incelemesi, Henry James ve Roman Sanatı var. Ünal Aytür kitapta, Henry James’in bize bıraktığı büyük edebi mirası eserleri aracılığıyla inceliyor, onun sanat anlayışını, biçim ve yöntem kaygısını ve anlatım tekniğini tam bir yetkinlikle ele alıp çözümlüyor. Ortaya koyduğu edebi yenilikler ve geliştirdiği kuramsal temellerle dünya edebiyatının öncülerinden biri olan Henry James, uzun yazarlık yaşamı boyunca yirmiye yakın roman, yüzü aşkın öykü, oyun, eleştiri yazıları yazmış, gezi kitapları yayımlamıştı...
Mahir Öztaş’ın Koparıldığımız Topraklar adlı yeni romanı, bu ayın vitrininde dikkat çekiyor. Mahir Öztaş, bu romanda, 1970’lerin Türkiyesi’nin kesif siyasi havasını solumuş bir kuşağın arayışlarını anlatıyor: 1960’lardan 2000’lere “adaletsiz zamanlar”ın muhasebesini yapan, bodrumlarda ve çatıkatlarında geçen hayatını sürekli sorgulayan, kopuk gönül ilişkileri, arızalı cinsellikler yaşayan bir adamın hüzünlü öyküsü...
YKY okurlarının Lutetia adlı romanıyla tanıdıkları Pierre Assouline, Rosebud / Biyografi Parçacıkları ile bu ayın vitrininde: Assouline, çeşitli alanlarda ün kazanmış yedi kişinin hayatlarından, herkesin bilmediği ya da dikkat etmediği ayrıntılara yer veriyor. Kitapta, yazarın şahit olduğu ve araştırmalarıyla derlediği, edebiyat (Rudyard Kipling, Celan), fotoğrafçılık (Henri Cartier-Bresson), resim (Picasso, Pierre Bonard), siyaset (Prenses Diana, David Owen) gibi değişik alanlardan kişilere dair sıra dışı kesitler yer alıyor.
Bu ay “orta sayfa”da, “aşk imiş” adlı şiir kitabıyla Adil İzci var. YKY’nin Şiir Dizisi’nin 257. kitabı olan “aşk imiş”le ilgili olarak, Adil İzci, “Şiirle ilgilenenler, 16. yüzyıl divan şairi Fuzûli’nin o ünlü ‘Aşk imiş her ne var âlemde / İlm bir kıyl ü kâl imiş ancak’ beytini herhalde anımsar. Fuzûlî’nin belki de ömrünün sonuna doğru vardığı bu karara hayat bizi de götürebilir bir gün” diyor...

Kitap-lık 125’ten “René Char” dosyası

Dünya şiirinin ustalarından René Char yaşamı ve şiiri, Lütfi Özkök’ün albümünden fotoğraflar ve anılarla, Kitap-lık’ın Mart sayısında: Nancy Kline Piore, Maurice Blanchot, Jean Beaufret, Martin Heidegger, Albay Henri Péri, Mary Ann Caws, İlhan Durusel yazılarıyla, Octavio Paz şiiriyle, René Char “şiir üstüne” yazısıyla, ayrıntılı ve fotoğraflı yaşamöyküsüyle, Lütfi Özkök’ün fotoğraflarıyla bu sayıda...

Kitap-lık’ın 125. sayısında ayrıca İzzet Göldeli Japonya günlüğüyle; İsmet Tokgöz, Ali Teoman, Birsen Ferahlı öyküleriyle; Ebubekir Eroğlu, Ahmet Ada, Metin Cengiz, Oya Uysal, İhsan Deniz, Mahmut Temizyürek, Engin Turgut, Serdar Ünver, Çiğdem Sezer, Azad Ziya Eren, Ahmet Hamit Yıldız şiirleriyle; Gültekin Emre, Âlim Kahraman, Gürgenç Korkmazel ve Sevgi Ünal yazılarıyla yer alıyor.

Gençler için animasyon atölyesi

İstanbul Modern Sanat Müzesi, Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi İnteraktif Medya Tasarımı Ana Bilim Dalı ile (Y.T.Ü. İ.M.T.) işbirliğiyle, 13-18 yaş grubu gençler için “Stop-Motion, Cut-Out”, “Dijital Animasyon” ve “Çizgi Animasyon, Flipbook” başlıklı üç farklı animasyon atölyesi düzenliyor.
Tarih : Son Katılım Tarihi 20 Mart 2009
Yer : İstanbul Modern
Şehir : İstanbul Avrupa
Animasyon sanatının temel üretim süreçlerinin farklı teknik ve malzemelerle uygulanacağı bu atölyelerde gençler, karakterler oluşturuyor, senaryo hazırlıyor, storyboard ve layout çalışmasından sonra cut-out, dijital animasyon ve çizgi animasyonlar yaratıyor. Atölye çalışmalarında gerçekleştirilen animasyonlar da 25 Nisan 2009 tarihinde saat 14.00’te İstanbul Modern Sinema’da düzenlenecek olan “Genç Animatörler” gösteriminde izleyiciyle buluşacak.

10 Mart 2009 Salı

Murathan Mungan'ın gözünden İstanbul

İstanbul İmgeleri başlıklı söyleşi, 18 Mart Çarşamba günü saat 18.30’da gerçekleştirilecek.
Yazar Murathan Mungan, Osmanlı Bankası Müzesi’nin (OBM) düzenlediği “Kent ve Edebiyat Söyleşileri”nde okurlarıyla buluşacak.
Yedi Kapılı Kırk Oda kitabında Mungan kent imgesini insanın iç dünyasının sınırları içinden bir sesleniş olarak ortaya koyuyor: “Hepimiz bir adayız. Ölürsek hatırlanalım, yaşarken başkaları da olabilelim, başkalarına da ulaşabilelim diye hepimiz kendi adamızda konuşuyor, sesleniyor, anlatıyor, yazıyoruz. Bazen birbirimizin kıyılarına uğrayan seyrek anlarla yaşayıp gidiyor, bazen kaybolduğumuz hayatlardan sonra birilerinin karasına vuruyoruz.”
OBM’de Voyvoda Caddesi Toplantıları kapsamında, her ayın üçüncü çarşamba günü 18:30-20:30 saatleri arasında düzenlenen “Kent ve Edebiyat Söyleşileri”nde, Yazarını Doğuran Kentler konuşuluyor. Buluşmalarda yazarlar, doğduğu kentten yola çıkarak yazdığı kente, yazdığı kentten yola çıkarak okurun kentine bir yolculuk yapıyor.
İstanbul İmgeleri başlıklı söyleşi, 18 Mart Çarşamba günü saat 18.30’da gerçekleştirilecek.
Tarih : 18 Mart 2009 Çarşamba Saat : 18:30 – 20:30
Yer : Osmanlı Bankası Müzesi /Adres : Bankalar (Voyvoda) Cad. No: 11 Karaköy
www.obmuze.com
Katılım ücretsizdir.
Murathan Mungan kimdir
21 Nisan 1955’te İstanbul’da doğdu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nde lisans ve yüksek lisansını tamamladı. Ankara’da Devlet Tiyatroları’nda ve İstanbul’da Şehir Tiyatroları’nda “Dramaturg” olarak çalıştı. 1987’de günlük gazete olarak yayımlanan Söz gazetesinde,“Kültür-Sanat Sayfası” editörlüğü yaptı. Bir tanesi filme alınan üç tane de film senaryosu yazdı. 1984’te Atıf Yılmaz tarafından filme alınan Dağınık Yatak’ın yanı sıra Dört Kişilik Bahçe ve Başkasının Hayatı adlı iki senaryosu daha bulunuyor. Bu üç senaryo 1997’de üç ayrı kitap olarak yayımlandı. Gazete ve dergilerdeki ilk yazıları 1975’de yayımlanan yazar, yirmi yıllık yazı serüveninin çeşitli ürünlerinden yaptığı bir derlemeyi kırkıncı yaşı nedeniyle Murathan’95 adlı bir kitapta topladı. Ellinci yaşı için hazırladığı ve yalnızca 2005’te yayımlanıp baskısı bir kez daha tekrarlanmayacak ‘Elli Parça’ kitabı da özel kitapları arasında bulunuyor. Bu arada yabancı yazarların öykülerinden ve yazılarından oluşan çeşitli seçkiler yayımlamayı sürdürdü. İlk öykü seçkisi ‘Ressamın Sözleşmesi’’ni, daha sonra ‘Çocuklar ve Büyükleri’, ‘Yazıhane’, ‘Yabancı Hayvanlar’, ‘Erkeklerin Hikâyeleri’ ve ‘Kadınlığın 21 Hikâyesi’ adlı öykü ve yazı seçkileri izledi. Yazıları, şiirleri ve kimi kitapları bugüne değin İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca, İsveççe, Norveççe, Yunanca, Fince, Boşnakça, Bulgarca, Farsça, Kürtçe ve Hollandacaya çevrilerek çeşitli dergi, gazete ve antolojilerde yayımlandı. Mungan, 1988’ten beri serbest yazar olarak çalışıyor ve halen İstanbul’da yaşıyor.

Clint Eastwood’dan single

Sinema sanatının yanısıra müzikal kimliği ile beğeni toplayan Clint Eastwood, şimdi de yönetmenliğini ve başrolünü üstlendiği 9 Ocak tarihinde gösterime giren “Gran Torino” adlı yeni filminin soundtr ack’i ile dikkatleri üzerine çekiyor.
2007 tarihli “Grace Is Gone” adlı filmin müziklerini hazırlayan ve 1993 tarihli “In the Line of Fire” adlı film in de piyano kompozisyonlarını yazan ünlü yönetmen ve aktör Clint Eastwood, “Grace Is Gone” adlı filmin müzikleri ile 2008 senesinde Altın Küre Ödülleri’ne “En İyi Film Müziği” ve “En İyi Film Şarkısı” dallarında aday olarak gösterilmişti.
Eastwood , şimdi de yönetmenliğini ve başrolünü üstlendiği 9 Ocak tarihinde gösterime giren “Gran Torino” adlı yeni filminin soundtrack’i ile dikkatleri üzerine çekiyor.
Sinema sanatı nın yanısıra müzikal kimliği ile beğeni toplayan Clint Eastwood, “Gran Torino” filminin soundtrack’inde yer alan “Tribute” adlı parça için İngiliz müzisyen Jamie Cullum ile bir araya geldi.
Parçayı single olarak yayınlayan Eastwood, parçayı oğlu Kyle Eastwood ile kağıda döktü.
28. Uluslararası İstanbul Film Festivali için geri sayım başladı. 4-19 Nisan tarihleri arasında gerçekleşecek festivalde ünlü oyuncu Sean Penn'e 2009 "En İyi Erkek Oyuncu" Oscar'ını kazandıran "Milk" de gösterilecek. Festivalin programı, gösterim ve bilet satış bilgileri 10 Mart Salı yapılacak basın toplantısının ardından, İKSV ve Film Festivali ana sayfasından duyurulacak. Biletler ise 21 Mart tarihinden itibaren satışa çıkarılacak.
Festivalin Ulusal Yarışma bölümünde bu yıl önemli yenilikler oldu. Festivalin Altın Lale Ödülü, bu yıldan itibaren, Uluslararası Yarışma’nın yanı sıra Ulusal Yarışma kapsamında da verilmeye başlanıyor. Her iki yarışmanın jürilerinin seçeceği en iyi filmlere, Uluslararası Yarışma Altın Lale ödülü ve Ulusal Yarışma Altın Lale Ödülü takdim edilecek.
Ayrıca İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışması’nda geçen yıllarda verilen En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Kadın Oyuncu ve En İyi Erkek Oyuncu ödüllerine bu yıl En İyi Senaryo, En İyi Görüntü Yönetmeni ve En İyi Müzik ödülleri de eklendi.
Festivalde gösterilecek Türk filmlerinin bir araya geldiği Türk Sineması bölümünde, Ulusal Yarışma, Yarışma Dışı, Yeni Türk Sineması ve Belgeseller başlıkları altında 40’ı aşkın kurmaca ve belgesel film yer alıyor.

ADAY FİLMLER
Festivalin Ulusal Yarışma bölümünde Altın Lale için jüri karşısına çıkacak 14 film şunlar:

Başka Semtin Çocukları / Aydın Bulut

  1. Uzak İhtimal / Mahmut Fazıl Coşkun
  2. Hayatın Tuzu / Murat Düzgünoğlu
  3. Kara Köpekler Havlarken / Mehmet Bahadır Er - Maryna Gorbach
  4. Hayat Var / Reha Erdem
  5. 11’e 10 Kala / Pelin Esmer
  6. İki Çizgi / Selim Evci
  7. Süt / Semih Kaplanoğlu
  8. Vicdan / Erden Kıral
  9. Köprüdekiler / Aslı Özge
  10. Ali’nin Sekiz Günü / Cemal Şan
  11. Mommo / Atalay Taşdiken
  12. Pandora’nın Kutusu / Yeşim Ustaoğlu
  13. Gölgesizler / Ümit Ünal

İstanbul Film Festivali’nde Ulusal Yarışma Jürisinin seçeceği En İyi Film ve En İyi Yönetmen’e, Kültür ve Turizm Bakanlığı ödül olarak 50 bin'er lira verecek. Yine Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın vereceği En İyi Kadın Oyuncu ve En İyi Erkek Oyuncu ödülleri ise 10 bin'er lira.Efes Pilsen, Uluslararası Film Eleştirmenleri Birliği (FIPRESCI) Jürisi’nin Ulusal Yarışma’ya katılan filmler arasından seçeceği filmin yönetmenine bir sonraki filminin yapımında kullanılmak üzere bir de para ödülü verecek. Ulusal Yarışma’da FIPRESCI Ödülü Onat Kutlar anısına veriliyor.

YARIŞMA DIŞI...
İstanbul Film Festivali’nin Türk Sineması bölümünde; Nuri Bilge Ceylan’ın ÜÇ MAYMUN, Raşit Çelikezer’in GÖKTEN 3 ELMA DÜŞTÜ, Çağan Irmak’ın ISSIZ ADAM ve Cemal Şan’ın DİLBER’İN SEKİZ GÜNÜ isimli filmleri ise “Yarışma Dışı” başlığı altında izleyicilerle buluşacak.

JÜRİDE YER ALAN İSİMLER
28. Uluslararası İstanbul Film Festivali Altın Lale Ulusal Yarışma Jürisinin başkanlığını, bu yıl ünlü sinemacı ve video sanatçısı Kutluğ Ataman üstleniyor. Diğer jüri üyeleri ise TimeOut sinema editörü Geoff Andrew, yazar Ayşe Kulin, yapımcı Zeynep Özbatur, Saraybosna Film Festivali Genel Yönetmeni Mirsad Purivatra ve oyuncu Bennu Yıldırımlar.

Yazarından imzalı eve teslim kitap devri

Usta öykücü Bilge Karasu'ya sorarlar, "Yapıtlarınızın yatırım konusu olmasını, günümüzde geçerli reklâm anlayışıyla duyurulmasını nasıl karşılarsınız?" diye. Karasu'nun cevabı aynen şöyledir: "Bir sanayi ticaret kuruluşu olan yayınevinin, kitabı yayımlamakta yaptığı yatırımı, ürettiği malı tanıtmak için bir başka yatırımla desteklemek istemesi akla uygun olmaz mı?" Günümüz yayın dünyasının yıllardır halden hale bürünen bu pazarlama stratejisi yeni bir devreye giriyor.
İnternet üzerinden kitap satışı yapan siteler (kitapyurdu, idefixe), artık istediğiniz yerden sevdiğiniz yazarın imzalı kitabını kapınıza getiriyor. Sanal kitap mağazaları talepleri sonucunda oluşan okur listesiyle kitapları yazara ulaştırıyor. Yazarların imzaladığı kitaplar sitelerce okurların adresine ulaştırılıyor. Biz yazarın imzalı kitabını edinmek isteyen okurların bu sitelerden birine başvurması yeterli. Elif Şafak, Ahmet Ümit, Mehmet Eroğlu, Mustafa Armağan, İpek Ongun, İsmet Özel, Nazan Bekiroğlu, İskender Pala ve Can Dündar gibi yazarlar eserlerini okurlar için imzalayan isimler arasında. Sınırlı sayıda satışa sunulan bu imzalı kitaplar, özellikle sevdiği yazara ulaşamayan Anadolu'daki okurlar tarafından tercih ediliyor. Öte taraftan sıra sıra dizilmiş heyecanla kitap imzalatmayı bekleyen insan manzaraları, okurunu merak eden yazar halleri yakında yavaş yavaş silinecek mi acaba? Bu sorunun cevabını zaman gösterecek.
Kitap fuarlarında kendi imza günlerinin son derece hareketli geçtiğini söyleyen Mustafa Armağan, "Bütün şehirlerde böyle imza günleri yapmak zor. Bir taraftan sık sık e-postalar geliyor. Hocam, kitabınızı imzalayıp yollar mısınız, diye. Onlara cevap vermek zor oluyordu. Açıkçası bu uygulama beni büyük bir yükten kurtardı. Memnunum. İnternetin hayatımıza girmesiyle ortaya çıkan bu yeniliklerin çok fazla yayılmayacağını, ama belli bir dönem okurun talebine cevap vereceğini düşünüyorum." diyor. Mehmet Eroğlu ise uzun zamandır imza günü yapmadığını ve gençken bu işlerin daha iyi olduğunu söylüyor ve ekliyor: "Kitabın pazarlamasına ilişkin her türlü faaliyete mesafeli dururum öteden beri. Ama bu uygulamanın bazı pratik ve okuru mutlu eden yararları var. Özellikle Anadolu'dan sizi takip eden okurlar için güzel bir şey. Yazara bu şekilde ulaşmış oluyor."
Yazarını göremeyen okurlar
Yayınevlerinin, kitap sitelerinin okuru çekmeye yönelik bu çabaları kuşkusuz boşa çıkmıyor. Çünkü yazarı tarafından imzalanan kitaplar okur için her zaman kıymetli ve heyecan verici olmuştur. Uzun zamandır yazarından imzalı kitap satışı düşüncelerinin olduğunu ve başlattıkları bu uygulamanın çok yoğun bir ilgiyle karşılandığını belirten www.kitapyurdu.com'un sahibi Sadi Kizir, "Sadece büyük şehirlerde yaşayan insanlar değil, Anadolu'da hatta yurtdışında imza günlerine katılma imkânı bulunmayan okuyucuları yazarlar ile buluşturma düşüncesiyle yola koyulduk. Güzel dönüşler aldık. Hatta bazı okuyucularımızın hediye etmek amacıyla tekrar sipariş vermesi dikkatimizi çekti. Önümüzdeki günlerde Ayşe Kulin ve Mehmet Niyazi ile imzalı kitap satışına devam edeceğiz." diyor.
Hiç yüzünü görmediğiniz, sesini duymadığınız bir okura kitap imzalamak veya tam tersi oturup konuşmak istediğiniz bir yazardan imzalı kitap almak farklı bir duygu olsa gerek. Selim İleri, bir söyleşisinde okura kitap imzalamak konusunda bakın neler söylüyor: "Kitap imzalamak, imzaladığınız kişiye göre değişiyor. İmzaladığınız kişiyle bir tanışıklığınız, dostluğunuz varsa çok mutluluk verici bir şey oluyor. Diğer yandan tanımadığım bir okura kitap imzalarken kendimi adeta bir suç işliyor gibi hissediyorum. Çünkü onun size gösterdiği ilgiye sadece bir imza atmakla cevap verebiliyorsunuz. Bu bana her zaman bir vicdan azabı gibi gelir."
Bilinen o ki yazar okunmak ister, yayınevi de kitabın satılmasını. Bu maksadın hasıl olması için daha pek çok yöntem okura sunulacaktır. Okurun yazara, yazarın da okura ulaşması farklı hallere bürünecektir. Biraz ürkütücü ama ya bir gün okur da yazar da Kaf Dağı'nın ardında saklanırsa ne olacak?

Peki bu hangi Shakespeare

Yıllardır bir bilinmez olarak devam ediyor William Shakespeare... Böyle biri yaşadı mı, yoksa tüm oyunlar başkaları tarafından mı yazıldı? Bilinmiyor... Bazı görüşler sarayda bulunan bir grubun oyunları yazdığı ve böyle bir imza attığı yönünde. Bazıları oyunları devrin önemli yazarlarından Christopher Marlowe’un yazdığını, bazıları ise Francis Bacon olduğunu söylüyor ve Shakespeare’in sadece bir oyuncu olduğunu savunuyor. Bu belirsizlikler daha tam olarak çözülmemişken 1610 tarihli bir William Shakespeare portresinin bulunduğu açıklandı. Ama yine de portredekinin oyuncu mu yoksa yazar mı olduğu bilinmiyor. İlk William Shakespeare portresi olduğu düşünülen çalışma Hükümdar II. Charles dönemine ait ve Gerard Soest imzasını taşıyor. Eserin ilk sahibi ise Shakespeare’in yakın arkadaşı ve aynı zamanda en iyi müşterisi olan Southampton Kont’u...
Portrenin Cobbe Ailesi tarafından satın alındığı ve Hampshire’daki bir müzede korunduğu; daha sonra da Surrey’e gönderildiği tahmin ediliyor. Eser şu anda National Trust’a ait bir binada bulunuyor. Aile üyelerinden Alec Cobbe, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “Üç asırdan beri ailemizin elinde bulunan bu portrenin kime ait olduğunu bilmiyorduk. Hatta bir ara Sir Walter Raleigh’a ait olduğunu bile düşündük” yorumunu yaptı.
Birmingham Üniversitesi bünyesinde Shakespeare araştırmalarını sürdüren ve dünyanın en ünlü Shakespeare uzmanlarından biri olan Emeritius Profesör Stanley Wells ise “Bu tablo 1616’da 52 yaşında hayata gözlerini yuman William Shakespeare’in ölümünden altı yıl önce yapılmış” şeklinde konuştu.
Öte yandan, kimi Shakespeare hayranları, ölümünün üzerinden 400 yıl geçmesine rağmen Shakespeare’in daha önce hiç bilinmeyen yüzlerce eserinin gün ışığına çıkarıldığını iddia ediyor. Grubun liderliğini yapan Dr. John Casson başka bir iddia daha ortaya atarak “William Shakespeare’e ait olduğunu sandığımız oyunların asıl yazarı Elizabeth döneminin diplomatı olan Sir Henry Neville’dir” demişti.
Aynı zamanda bir kitabı da bulunan Dr. Casson, Enter Pursued by a Bear adlı kitabında, Shakespeare’in ilk yayımlanan şiirinin Phaeton Sonnet, ilk komedi oyununun Mucedorus, ilk trajedisinin ise Locrine and Arden of Faversham olduğunu iddia etmişti. “400 yıldan sonra Shakespeare’in erken zaman sanat çalışmalarını görebiliyoruz. Bundan önce Shakespeare’in ilk yapıtlarının 1590’lı yılların başına ait olduğunu düşünürdük. Ancak bunun yanlış olduğunu 400 yıl sonra anlayabildik” yorumunu yaptı.

Çocuk kitapları için yeni dergi

Çocuk yayınlarının tanıtıldığı bir kitap gazetesi İyi Kitap... Alanında tek olan dergi aylık yayınlanıyor ve ücretsiz dağıtılıyor. Ebeveynler ve öğretmenler için, güncel çocuk ve gençlik yayınlarının tanıtımındaki boşluğu doldurmayı hedefleyen İyi Kitap’ın ilk sayısında edebiyat dünyasının tanınmış isimlerinin yazılarını bulmak mümkün.

9 Mart 2009 Pazartesi

Uluslararası Kum Heykel Festivali başlıyor

Bu yıl 4'üncüsü gerçekleştirilecek olan Uluslararası Antalya Kum Heykel Festivali, Mayıs'ta Antalya'nın dünyaca ünlü Lara Plajı'nda açılacak.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin desteğiyle Global Design Art Works organizatörlüğünde gerçekleştirilecek 4. Uluslararası Antalya Kum Heykel Festivali, Mayıs'ta Antalya'nın dünyaca ünlü Lara Plajı'nda açılacak.
Nisan ayında ön hazırlık çalışmaları başlayacak olan festivalde, kumdan heykelleri yapmak için 30'u heykeltıraş olmak üzere 60 kişilik bir ekip görev alacak. 30 günde tamamlanması planlanan heykeller, 20 Mayıs'ta ziyarete açılacak.
500 BİN ZİYARETÇİ BEKLENİYOR
150 gün açık kalacak olan festivalde, aralarında 10-15 metrelik devasa heykellerin de bulunduğu 100'ü aşkın kum heykel sergilenecek. Festival alanında ayrıca birbirinden ilginç show, gösteri, müzik dinletileri sunulacak. Bu yılki teması "Mitoloji" olarak belirlenen festivali yerli ve yabancı 500 bin kişinin ziyaret etmesi bekleniyor.

ABD'nin dev yayınevleri sarsılıyor

ABD yayın dünyası, ülkenin en büyük yayın kuruluşlarından Reader's Digest'in iflas tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu konuşuyor.
1922 yılında yayımlanmaya başlanan ve dünyada her ay milyonlarca okura ulaşan Readers's Digest Dergisi'nin yöneticileri, küresel ekonomik kriz sonrası yeni bir hukuk firmasıyla anlaştıklarını duyurdu. Bu anlaşma, "muhtemel iflas"a karşı bir hazırlık olarak değerlendiriliyor. Reader's Digest sözcüsü William Adler, iddiaları kabul etmese de şirketin pek iyi durumda olmadığı bilinen bir gerçek. Şirket yaklaşık bir ay önce dünya çapında 3 bin 500 çalışanını işten çıkaracağını açıklamıştı. 2007 yılında hisseleri 2,6 milyar dolara satılan Reader's Digest, farklı ülkelerde kendi adını taşıyan derginin 50 farklı versiyonunu yayımlıyor.
Ekonomik krizle sarsılan, sadece dünyanın en büyük ve en zengin yayın kuruluşlarından Reader's Digest değil. ABD'deki irili ufaklı birçok yayınevi de krizle iflasın eşiğine geldi. Random House, Oxford University Press gibi büyük yayınevleri geleceğe dair "durum değerlendirmeleri" yapıyor. Daha az popüler olan ve "edebiyat okurları" için kitap yayımlayan küçük yayıncılar ise ya iflas ediyor ya da bir yılda yayımladıkları kitap sayısını azaltarak daha fazla zarar etmemeye çalışıyor. Has edebiyat okurlarının gözdesi, ABD'nin en parlak bağımsız yayıncısı McSweeney's bile Berkeley's grubu tarafından satın alınınca iflastan kurtulmuştu. Kitapçılar için de durum aynı: Barnes&Noble ve Borders gibi ülkenin en büyük iki kitapçı zinciri, yüzlerce çalışanını işten çıkardı. Hatta iyice borca battığı ve satılabileceği söylenen Borders, krize önlem olarak genel müdürünü değiştirdi. Dağıtım ağını elinde tutan bu zincirlerin dışındaki bağımsız kitabevleri ise ya (Philadelphia'daki 70 yıllık Robin's gibi) kapanıyor ya da (Brooklyn'deki "Dumbo Books" gibi) "bir kitap alana bir kitap bedava" kampanyalarıyla zararını en alt düzeye indirmeye çalışıyor.
Hatırlanacağı gibi, Nobel edebiyat ödülü açıklanmadan önce İsveç Akademisi sözcüsü, Amerikan edebiyatının "okunmadığını" ve ödül için şansa sahip olmadığını söylemişti. Bu söz ABD'de kimilerince bir tür şaka gibi algılandı: Ekonomik kriz vardı ve elbette, Philiph Roth, John Updike gibi çağdaş ustaların romanları kitapçı vitrinlerinde tozlanıyordu. Bugün ABD'de bağımsız yayıncıları silip süpüren ve Amazon ile Google gibi iki devi yayın dünyasının tek hükümdarı haline getiren kriz, yalnızca yayıncılar için şakası yapılacak bir konu değil artık. Yine de Mario Vargas Llosa gibi, bu karamsar tablodan bile umutlu sonuçlar çıkaranlar var. Perulu romancı geçen hafta Cervantes Ödülü'nü alırken, ekonomik krizin yazarlar için iyi bir "uyarıcı" olduğunu ve dünyada "edebi yaratıcılık" açısından verimli bir dönemin başlayabileceğini söyledi.

Göz Göze – Alman Film Tarihi

Goethe-Institut - Alman Kültür Merkezi’nde 11 Nisan 2009 günü 18:00′de Alman film tarihini anlatan, 2008 yapımı, 106 dk.lık Göz Göze adlı film gösteriliyor. Michael Althen ile Hans Helmut Prinzler’in yönettiği bu film sinemaya duyulan aşkı anlatıyor ve yüz yıllık Alman film tarihine bir keşif yolculuğu mahiyetinde. Göze Göze, Alman sinemasının en önemli dönemlerini inceliyor ve klâsik filmlerle tekrar karşılaşmanın sevincini yaşatıyor. Yönetmenler, seçilen sahnelerin ışığında hangi filmlerin kendileri için önem taşıdığını anlatıyor ve Alman sinemasını Alman yapan şeyin ne olduğu sorusuna yanıt bulmaya çalışıyorlar. Türkçe altyazılı yapılan gösterimler ücretsiz yapılıyor.

İstiklal Marşımızın Kabulünün 88. Yıldönümünde Mehmet Akif Ersoy

Yurdumuzun düşman işgaline uğradığı yıllarda, vatan sevgisi ve inancını ayakta tutmak için kaleme alınan İstiklal Marşımızı, kabulünün 88. Yıldönümü’nde bir kez daha hatırlıyoruz.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Müdürlüğü’nce düzenlenen “İstiklal Marşı’nın Kabulünün 88. Yıldönümü ve Mehmet Akif Ersoy” programı, 12 Mart 2009 Perşembe günü Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde saat: 18.30’da gerçekleştirilecek. İBB Kültür A.Ş tarafından organize edilen açık oturuma, Mimar Sinan Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Abdullah Uçman, Türk Edebiyatı Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Beşir Ayvazoğlu, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Kara ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültürel ve Sosyal İşler Daire Başkanı Numan Güzey katılacak.

İstiklal Marşı’nın Kabulü 12 Mart 1921
İstiklal Marşımız, yurdumuzun düşman işgaline uğradığı felaket günlerinde hazırlandı. Saldırgan düşmana karşı Anadolu’da tutuşan heyecanı koruyacak; vatan sevgisini ve inancı canlı tutacak bir marşın hazırlanması düşüncesi, Genel Kurmay Başkanı İsmet (İnönü) Paşa dan geldi. İsmet İnönü böyle bir marşın Fransız ordusunda mevcut olduğunu ve bizim ordumuz için de faydalı olacağını Milli Eğitim Bakanlığına iletti. Milli Eğitim Bakanlığı da bu düşünceyi benimseyip bir yarışma düzenledi. Beğenilen güfte için 500 lira ödül verilecekti. Yarışma için 734 şiir gönderildi. Bir kurulca bunlar titizlikle incelenip 6 tanesi ayrıldı. Ama hiçbiri beğenilmedi; marş olacak değerde bulunmadı. O zaman Burdur Milletvekili olan Mehmet Akif’in para ödülünden rahatsızlık duyduğu için yarışmaya katılmadığı öğrenildi. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi şairin Meclis’teki sıra arkadaşı Balıkesir Milletvekili Hasan Basri Bey’in yardımını istedi.

Hasan Basri Bey bundan sonrasını şöyle anlatıyor:
‘‘Akif Bey’in yanımda olduğu bir zaman,elime bir kağıt parçası alarak,onun dikkatini çekecek bir tarzda yazmaya başladım.
- Ne yazıyorsun?
- Marş…İstiklal Marşı yazıyorum.
- Yahu sen ne adamsın? Seçilecek şiire para ödülü verileceğini bilmiyor musun? içinde para olan bir işe nasıl katılıyorsun?
- Yarışma kaldırıldı? Seçilecek şiire ne para verilecek, ne de her hangi bir ödül. Milli Eğitim Bakanı bana güvence verdi.
- Ya, o halde yazalım.
İşte böylece yazılmaya başlanan ve 48 saatte bitirilen İstiklal Marşı, imzasız olarak Milli Eğitim Bakanlığının seçici kuruluna sunuldu. Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi, daha önce seçilen 6 şiirle birlikte yeni şiiri Ordu Komutanlarına gönderdi. Onlardan, şiirlerin askerlere okunmasını, beğenilenleri sıralamalarını istedi. Komutanlar, kısa sürede sonucu bildirdiler: Hepsi de Mehmet Akif’in şiirini birinci sıraya almıştı. Bundan sonraki iş, İstiklal Marşı’nın T.B.M.M’ne getirip kabul ettirmekti. Marş, ilkin Meclis’in 1 Mart 1921 günü yaptığı ikinci oturumunda ele alındı. Başkan Mustafa Kemal’in söz vermesi üzerine Hamdullah Suphi kürsüye gelerek, sık sık alkışlarla kesilen şiiri okudu ve son seçimin Meclis’e ait olduğunu söyledi. O gün oylama yapılmadı. Şiirle ilgili konuşmalar ve oylama, Meclis’in 12 Mart 1921 günü öğleden sonraki oturumunda yapıldı. Bazı milletvekilleri, bir komisyon kurularak şiirin yeniden incelenmesini, bazıları da hemen görülüp karara bağlanmasını istediler. Uzunca tartışmalardan sonra, şiirin kabulü için verilen 6 önerge benimsendi ve İstiklal Marşı çoğunlukla kabul edildi.
Şiirin bestelenmesi için açılan ikinci yarışmaya 24 besteci katıldı. 1924 yılında Ankara’da toplanan seçici kurul, Ali Rıfat Çağatay’ın bestesini kabul etti. Bu beste 1930 yılına kadar çalındıysa da 1930 da değiştirilerek Cumhurbaşkanlığı orkestrası şefi Osman Zeki Üngör’ün 1922 de hazırladığı bugünkü beste yürürlüğe kondu. Marşın armonilenmesini Edgar Manas, bando düzenlemesini İhsan Servet Künçer yaptı.

İstanbul Film Festivali için geri sayım başladı!

28. Uluslararası İstanbul Film Festivali 4-19 Nisan tarihleri arasında gerçekleşecek. Ünlü oyuncu Sean Penn'e 2009 "En İyi Erkek Oyuncu" Oscar'ını kazandıran "Milk" festivalde gösterilecek filmler arasında. Festival programını, gösterim bilgileri ve bilet satış bilgileri ile birlikte 10 Mart Salı günü yapılacak basın toplantısının ardından, İKSV ve Film Festivali ana sayfasından paylaşacağız. Biletler 21 Mart tarihinden itibaren satışta!
Köprüde Buluşmalar Film Projesi Geliştirme Atölyesi Başlıyor
Bu yıl 4-19 Nisan arasında gerçekleşecek 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali, 15-16 Nisan 2009 tarihlerinde "Köprüde Buluşmalar Seminerleri" dahilindeki proje geliştirme atölyesinin ikincisini düzenliyor. Daha önce 9 Mart'ta sona ereceğini duyurduğumuz başvuralar, 16 Mart tarihine kadar uzatıldı! Atölye hakkında bilgi almak için tıklayın. »»
Nokia Nseries Kısa Film Yarışması finalistleri belirlendi
Ön eleme sonrası belirlenen ilk 50 film arasından Ön Seçici Kurul tarafından seçilen altı finalistin isimlerini öğrenmek için tıklayın! »»
Ulusal Yarışma Jüri Başkanı Kutluğ Ataman
Ulusal Yarışma Jürisinin bu yılki başkanı ise ünlü sanatçı Kutluğ Ataman. Los Angeles California Üniversitesi'nde sinema eğitimi alan Kutluğ Ataman, sinemacı ve sanatçı olarak çalışmalarını sürdürüyor. Eserleriyle İstanbul Bienali'ne de katılan Ataman, güncel sanat alanındaki çalışmalarının yanı sıra "Karanlık Sular", "Lola & Bilidikid" ve "İki Genç Kız" adlı uzun metrajlı filmleriyle de uluslararası birçok festivalden ödüller kazandı.
İstanbul Film Festivali'nde Ulusal Yarışma Jürisinin seçeceği En İyi Film ve En İyi Yönetmen'e, Kültür ve Turizm Bakanlığı ödül olarak 50.000'er TL verecek. Yine Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın vereceği En İyi Kadın Oyuncu ve En İyi Erkek Oyuncu ödülleri ise 10.000'er TL. Festival yönetmeliğinde yapılan değişiklikler uyarınca Ulusal Yarışma jürisi bu yıl ilk kez En İyi Senaryo, En İyi Görüntü Yönetmeni ve En İyi Müzik dallarında da ödül verecek. Yarışmada Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Derneği üyelerinden oluşan jürinin Onat Kutlar anısına vereceği FIPRESCI Ödülü de yer alıyor. FIPRESCI ödlünü kazanan filmin yönetmenine Efes Pilsen bir sonraki filminde kullanılmak üzere 30.000 USD değerinde para ödülü veriyor.

Önemli İşler Dairesi

Türkiye’nin üç büyük istihbarat teşkilatından biri olan Emniyet İstihbarat Dairesi kapılarını ilk kez bir gazeteciye açtı ve adım adım büyüyen bu “gizli güç” kendini anlattı. Ve yine ilk kez hayati önem taşıyan pek çok
operasyonun arkasındaki bu gücün gelişme süreci bir araştırma kitabına konu oldu.
Cüneyt Özdemir’in özel röportajları ve ayrıntılı araştırmasıyla Türkiye gerçeklerine bambaşka bir açıdan bakacaksınız.
Derin devletin sahibinin el değiştirdiği sancılı günlerde Türkiye’de yavaş yavaş büyüyen yeni başrol oyuncusunu tanıyacaksınız.
6-7 Eylül Olaylarından Abdi İpekçi cinayetine, 1 Mayıs 1977 olaylarından Bahçelievler Katliamı’na, 9 Subay Olayı’ndan Ergenekon’a kadar Türkiye’yi sarsan pek çok olayın gün ışığına çıkmamış yönlerini istihbaratçılardan dinleyeceksiniz. Mafya dünyasını takip eden istihbaratçıların ilginç anılarını, JİTEM hakkında hiç bilmediğiniz gerçekleri, MİT ile Emniyet çekişmesinin perde arkasını, Dev-Sol’a karşı yürütülen operasyonların ayrıntılarını, istihbaratçıların başına gelen trajikomik olayları, Ergenekon’un geçmişteki uzantılarını ve kuşkusuz Emniyet içindeki Fethullah Gülen etkisini ayrıntılarıyla ilk kez okuyacaksınız.
Bir macera filmini aratmayan tamamı gerçek ve belgeli Türkiye gerçeklerini okuduğunuzda “ezberiniz bozulacak”.

Cüneyt Özdemir
1970 yılında Ankara'da doğdu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden mezun olduktan sonra British Council bursuyla İngiltere'de multimedya üzerine çalışmalarda bulundu. “32. Gün” haber programı, Atv haber merkezinin ardından CNN Türk’te “beşN birK” adında günlük haber programı hazırlayıp sunmaya başladı. “Kız Kulesi Efsanesi”, “Meşin Yuvarlağın Türkiye Serüveni”, “Araba Sevdası, “Festival”, “Herkesin Babasının Anlatacak Bir Hikâyesi Var” adlı belgeselleri Türk televizyonlarında yayınlandı.
Yayınlanan kitapları: “Komutanın Şüpheli Ölümü (Eşref Bitlis Olayı)”, “Ruh Hali”, “Düşsesi”, “Ratingsiz Sohbetler”, “Kız Kulesi Efsanesi” (A. Atasoy ve Ö. Apace ile birlikte).

Özpetek İtalya'da kitap oldu

Yönetmen Ferzan Özpetek, filmleriyle ünlenmesinin ardından, elli yaşına bastığı 2009'da kitap konusu oldu. İtalyan gazeteci Laura Delli Colli'nin Türkiye'de doğan ve İtalya'da yaşayan yönetmenle yaptığı "nehir söyleşiden" oluşan kitap, Özpetek'i konu alan ilk monografik çalışma özelliğini taşıyor.
Özpetek'in dünyasının kapılarını okurlara aralamayı amaçlayan kitap, "Ferzan Ozpetek/Ad occhi aperti" (Ferzan Özpetek/Gözler Tamamen Açık) başlığıyla, İtalya'nın büyük yayınevlerinden Mondadori tarafından yayımlandı.
Özpetek, kendisini konu alan kitabın yayımlanması vesilesiyle Corriere della Sera gazetesine verdiği demeçte, eleştirmenlerden çekinmediğini belirterek, "Yedi film yapmamın ardından, saldırgan üslup kullanılmaması koşuluyla, artık rahatım" dedi.
Hamam (Bagno Turco), Cahil Periler (Le Fate Ignoranti), Harem Suare, Karşı Pencere (La Finestra di Fronte), Bir Ömür Yetmez (Saturno Contro), Kutsal Yürek (Cuore Sacro), Mükemmel Bir Gün (Un Giorno Perfetto) adlı filmleriyle "en tanınmış İtalyan yönetmenler" arasında yer alan Özpetek, Aralık 2008'de New York'un Modern Sanatlar Müzesinde filmlerin gösterilmesi sırasında kendisinin "Türkiye'nin İtalyan sinemasına hediyesi" biçiminde takdim edilmiş olmaktan mutluluk duyduğunu söyledi.
Özpetek, sinema eleştirmenleriyle ilişkisinin nasıl olduğuna dair soruyu şöyle yanıtladı:"İlk filmlerimden Hamam ve Harem Suare'nin eleştirmenlerle izleyicileri buluşturduğu söylenmişti. Sonra bazı şeyler değişti… Ama yedi film yapmamın ardından, saldırgan bir üslup kullanılmaması koşuluyla artık rahatım. Kutsal Yürek, görüş ayrılıklarına yol açtı. İzleyiciden de çok itibar görmedi. Ama benim halen sevdiğim ve aktüel bulduğum filmdir."
Kendi filmlerini izlemek için sinemaya gitmekten hoşlanmadığını belirten Özpetek, "Benim işimin en güzel yanı, yönetmenin kendisini de unutup, izleyiciyle aynı heyecanı paylaşmasıdır. Ama sinema salonlarına gitmekten çekiniyorum. Genelde yazlık açık hava sinemalarını yeğliyorum. Oraları bana, on bir yıldır beni takip eden kişilerle buluşma imkanı sağlıyor" ifadesini kullandı.
"COTRONEO İLE BİR SENARYO YAZIYORUM"
Özpetek, büyük bir olasılıkla İtalya'nın Lecce kentinde çekmeyi planladığı yeni filmi hakkında da kısa bir bilgi vererek, "Ivan Cotroneo ile bir senaryo yazıyorum. Bana uygun bir şey olup olmayacağını daha sonra keşfedeceğim. Bir filmi kendi filmim gibi hissedebilmem için, öncelikle mekanları ve yüzleri görmem gerekiyor" dedi.
Özpetek, Hamam adlı ilk filmiyle adını duyurmasından önce, İtalya'da sinema alanında yaptığı çalışmaları ise şöyle özetledi:
"Ben on altı yıl yönetmen yardımcılığı yaptım. İlk çalışmamda, Massimo Troisi'ye 'Scusate il ritardo' (Gecikmemi Bağışlayın) adlı filmin çekimi sırasında gönüllü yardımcılık yapmıştım. Ricky Tognazzi, Lamberto Bava, Sergio Citti gibi isimlerle de çalıştım. Herkesten bir şeyler öğrendim, ama bana gerçekten güven aşılayan ilk insan Marco Risi'dir."
Özpetek, Cahil Periler adlı filminin ABD'deki DVD'sinin piyasaya "His Secret Life" (Onun Gizli Aşkı) adı altında, eşcinsellere seslenen bir kapak eşliğinde piyasaya sunulması hakkında ne düşündüğüne ilişkin soruya ise şu karşılığı verdi:
"Cahil Periler konusunda en kötü afiş, Fransa'da kullanılmış olandı. 'Tableau de Famille' (Aile Tablosu) adını kullandıkları filmi, süs biberleri ve domateslerle bezenmiş bir çerçeve içerisinde fotoğrafların yapıştırıldığı afişle sunmuşlardı. Öylesine kötü bir çalışma görmemiştim asla."
Özpetek, kendisini konu alan kitabın İtalya'daki tanınım etkinliklerine yazar Delli Lauri;yle birlikte katılıyor. Toplam 160 sayfalık eser, 30 avrodan piyasaya sunulmuş bulunuyor.

Afrika sinemasının Oscar’ı Etiyopya’ya

Afrika sinemasının Oscar’ı sayılan PESPACO ödüllerinde En İyi Film ödülünü bu yıl, Etiyopya’nın kanlı tarihine eğilen Teza kazandı
Burkina Faso’nun başkenti Ugadugu’da düzenlenen 40. Pan-Afrika PESPACO Film Festivali’nde En İyi Film ödülünü alan Teza’nın yönetmeni, daha önce de birçok festivalde ödül almış olan Haile Gerima. Jüri, çekimi 14 yıldır süren filmi, “ülkelerine dönen seçkin aydınların yok olan umutlarını anlatmadaki gücü, derinliği ve şiirsel anlatımı” nedeniyle ödüle değer bulduklarını belirtti.
Filmde 1974-1991 yıllarında Etiyopya’yı yöneten Mengistu Haile Mariam’ın diktatörlüğü döneminde işlenen siyasi cinayetler ve köylü çocukların öldürülmesi anlatılıyor.
Filmin ortak yapımcısı ve yönetmenin kız kardeşi Selome Gerima, Afrika Oscar’ı olan Altın Yennanga Aygırı heykelciğini aldıktan sonra Reuters’a yaptığı açıklamada, “filmin mesajının barış olduğunu” söyledi.
Venedik Film Festivalinde geçen yıl en iyi senaryo ödülü alan Teza filmi yılbaşında Etiyopya’da gösterime girdi ve o tarihten bu yana, gösterildiği sinemalarda biletler iki ay önceden bitmiş durumda.
Pan-Afrika Film Festivali’nde bu yıl yarışan filmlerin birçoğu, eleştirel tutumları ve Kara Kıta’da değişim isteğini dile getirmeleri ile öne çıktı.
En İyi Film kategorisinde ikinciliği kazanan Güney Afrika yapımı Sadece Hakikat filminin yönetmeni ve başrol oyuncusu John Kani de filminde, işinde yükselmesi engellenen bir liberali canlandırıyor.
Ancak Afrika sineması da diğer kıtaların sineması gibi yerli yapımların, Hollywood ve Bollywood filmleri karşısında dağıtımcı ve gösterilecek sinema bulamama sorunları ile mücadele ediyor. Bu yüzden birçok yönetmen yıllık 450 milyon dolar cirosu olan Nijerya’daki film pazarına yöneliyor. Selome Gerima, sorunun çözümü için Afrika film yapımcıları bankası kurmak gerektiğini söylüyor. Tıpkı inşaatçıların bankası ya da herhangi bir başka banka gibi Afrika’da film çekiminin devam edebilmesi için bir film yapımcıları bankasına gerek olduğunu belirten Gerima, bu yöndeki çabalarına örnek olarak, Etiyopya’nın başkenti Adis Ababa’da dört sinema inşa ettiğini söyledi.

Ledger'ın filmini dağıtan çıkmıyor

Oscar ödüllü Heath Ledger'ın geçen ağustosta tamamlanan en son filmi Imaginarium of Dr.Parnassus, hâlâ gösterime girmiş değil. Gezgin bir sirk illüzyonistinin şeytanla yaptığı çetin pazarlığı işleyen ve Brazil filmiyle tanınan Terry Gilliam'ın yönettiği 20 milyon dolar bütçeli filmin üçte ikilik kısmı, Ledger'ın geçen yıl beklenmedik şekilde ölümünden sonra, kendi anısına yönelik bir tercihle, aktörler Colin Farrell, Johnny Depp ve Jude Law tarafından tamamlanmıştı. Film, dağıtımcı bulunamazsa DVD olarak izlenecek.

Terminator Salvation - (Terminatör 4)

2018'in kıyamet sonrası ortamında John Connor, Skynet'lere ve onların Terminator ordusuna karşı yürütülen insan ırkı direnişinin lideri olacaktır. Ancak gelecekteki Connor'ın inanarak büyütüldüğü değerler biraz da Marcus Wright'ın ortaya çıkmasıyla değişikliğe uğrayacaktır. Marcus'un kendisiyle ilgili hatırladığı son şey idam sırasının bekleyen bir suçlu olduğudur ve onun gelecekten mi gönderildiği, yoksa geçmişten mi kurtarıldığının kararını vermek Connor'a düşmektedir. Skynet'ler son saldırılarını planlarken, Connor ve Marcus onları Skynet'lerin merkezine götürecek, uzun ve maceralı bir yolculuğa çıkacaktır. İkili burada insanlığın olası yok oluşunun ardında yatan korkunç gizemi çözeceklerdir.

UP

Canavarlarla ve kötü kişilerle mücadele edebilmek için vahşi doğa ile işbirliği yapan 70 yaşlarında bir adamın serüvenlerinin anlatıldığı “Up” adlı film, 29 Mayıs'ta Amerika'da vizyona girecek.

Pete Docter'ın Bob Peterson ile birlikte yönettiği bilgisayar animasyonu türündeki filmin senaryosunu Bob Peterson, Ronnie Del Carmen, Brenada Chapman ve Gary Rydstrom yazdı.“Up”, Walt Disney'in sahibi olduğu Pixar animasyon stüdyolarının 10. bilgisayar animasyon filmi olacak.

Anadolu Mücevherlerinde Selçuklu

JTR - İstanbul Değerli Maden ve Mücevherat İhracatçıları Birliği ve Mücevher A.Ş'nin birlikte düzenledikleri 2009 yılı Mücevher Tasarım Yarışması'nın teması "Anadolu Mücevherlerinde Selçuklu" olarak belirlendi.
Değerli maden ve taşlardan üretilebilecek şeklide tasarlanacak tasarım başvurularının kabul edileceği yarışma 3 kategoride düzenleniyor.
Yarışmaya, ilgili okullarda eğitimlerine devam eden "2 yıllık" yüksek okul, "4 yıllık" üniversite ve kuyumculuk sektörüyle bağlantısı olmayan 2007 ve sonrasında yeni "mezun" olmuş öğrenciler katılabilecekler.
Bu sene ikincisi gerçekleştirilecek yarışmanın kayıt işlemleri 27 Mart 2009 tarihine kadar devam edecek.
Anadolu Selçuklu Dönemi'ne ait tüm sanatsal eserlerin çıkış noktası alınabileceği mücevher tasarımlarının günümüz çağdaş yaşamına uygulanabilir ve kullanılabilir olması gereken yarışmada, her 3 kategoride dereceye girenler yurtdışı eğitim, staj, fuar ziyaret imkanlarıyla ve mansiyon alanlar çalışma grup katılımlarıyla ödüllendirilecek.

Yalancı Tanıklar Kahvesi

Vedat Türkali, 5 yıl aradan sonra yazdığı bu romanında Türkiye'nin 70'li yıllarına ayna tutuyor. Üniversiteli, sol görüşlü bir gencin gözünden Türk siyasi tarihinin en çalkantılı dönemlerinden birinin geniş bir panoramasını çizerken, barınamadığı bir toplum içinde yolunu çizemeyen Muhsin'in tutkulu aşkını da zor günlerin öyküsüne katıyor. Kökleri o yıllara dayanan ve ağırlığını günümüzde çokça hissettiren toplumsal ve siyasal gelişmeler, sağ-sol çatışmaları, toplumsal güç olarak din ve sendikalaşmalar gibi konuların ve olayların sağlam bir fon oluşturduğu roman, 12 Eylül Darbesi'ne doğru giderken, kahramanlarının hayatları üzerinden farklı bir bakış açısı getiriyor. 'Doğru söylemiyordu. Sözünü etmişti ya, ev mev aramamıştı. İçinden gelmiyordu aramak. Daracık çatı katında onu bırakmayan bir şey vardı sanki! Reyhan'la bölüştüğü mutlulukların o dağınık odaya sinmiş anıları mıydı? Olabilirdi, niye olmasındı!.. Devrimcilik savıyla diretmişti Reyhan'a! Devrimcilik adına ne yapıyordu peki? Hiç! Gizli örgüt bağı yoktu. Olmasını istememişlerdi… Kanlı olaylar, aylar boyu, beklentilerin de ötesinde, çeşitli illerde öylesine sıralanmaya başlamıştı ki, bu sağlıksız ortamda tek başına, neyi, nasıl düşünüp nasıl davranacağını bilmek başlı başına sorundu. Yapanı bilinmeyen tek kişilik cinayetlerle topluca saldırılar iyice sarıyordu ülkeyi.'

‘İlk Roman’ yarışması

Everest Yayınları’nın, Türk edebiyatına yeni yazarlar kazandırmak amacıyla düzenlediği “İlk Roman” yarışmasına başvurular başladı.
Everest Yayınları’ndan yapılan yazılı açıklamada, daha önce edebiyatın hiçbir türünde kitabı yayımlanmamış yazarların, ilk romanlarıyla yarışmaya katılabilecekleri bildirildi.
Yarışmaya katılım koşullarını aşağıda bulabilirsiniz.
EVEREST YAYINLARI “İLK ROMAN” YARIŞMASINA KATILIM KOŞULLARI
- Everest Yayınları, Türk edebiyatına yeni yazarlar kazandırmak amacıyla, 2006 yılından bu yana her yıl bir roman ödülü vermektedir.
- Daha önce edebi hiçbir türde kitabı yayımlanmamış yazarların ilk romanlarıyla katılabilecekleri yarışmada yaş sınırı yoktur.
- Yarışmaya katılacak eserler, daha önce başka bir yarışmada ödül almamış olmalıdır.
- Yarışmaya gönderilecek roman dosyaları, bilgisayarda, A4 boyutunda dosya kâğıdına 12 puntoyla ve 1,5 satır aralığıyla yazılıp, 6 nüsha çoğaltılmış olmalıdır. Bu standart dışında kalan dosyalar değerlendirilmeyecektir. Ayrıca her nüshaya, romanın CD veya disket kopyası eklenmelidir.
- Yarışmacılar, yarışmaya tek bir eserle katılabilirler.
- Yarışmaya katılmak isteyenlerin dosyalarıyla beraber ayrı bir zarfla kısa yaşamöykülerini, posta ve e-posta adreslerini, telefon numaralarını içeren bilgileri Everest Yayınları, Ticarethane Sok. No: 53 Cağaloğlu-İstanbul adresine APS, kargo veya kurye ile göndermeleri gerekmektedir.
- Yarışmaya son katılma tarihi 29 Mayıs 2009’dur.
- Yarışma sonucu Eylül 2009’da basın yoluyla açıklanacaktır.
- Ödülü alan roman dosyası Ekim ayı içinde Everest Yayınları’nca kitaplaştırılacaktır.
- Ödül tutarı 3.000 YTL’dir. (Bu tutar, romanın ilk baskısının telifidir.)
- Seçici Kurul; Müge İplikçi, Semih Gümüş, Erendiz Atasü, İnci Aral ve Cemil Kavukçu’dan oluşmaktadır.
- Yarışmaya gönderilen dosyalar iade edilmeyecektir.

SANA SENİ ÇALAYIM

Hepimizin içinde bizi kutsal kılan bir ışık zerreciği vardır. Bu zerrecik belirli zamanlarda içimizdeki enerjinin titreşimleriyle birleşip maddeselleşir ve sese, yani işitilir hale dönüşmeye başlayabilir. Müziğin tedavi gücü, insanların günlük yaşamında aranan, arzu edilen hoş bir huzur etkisini göstermektedir. İbni Sina’nın açıkladığı gibi; “Tedavi hastaya hiçbir kötü duygu vermeden, rahat ve hoş bir ortam yaratmalıdır”. Züleyha Abdullayeva, dinleyiciyle arasında bir enerji bağı kurarak, onlarda duyumsadığı bu ışığın dinamiğini, doğaçlama çalacağı piyano ile yansıtmaya çalışacak. Öfke, kaygı, korku, baskı gibi negatif duygulardan arınıp çözülmeyi hedefleyen bu performans, müzik yoluyla bilinçaltını uyararak algıyı değiştiren ve dönüştüren bir deneyimi dinleyicilerle paylaşmayı amaçlıyor. Bu terapi sırasında değişik ruh halleri içerisine girip, hayatınızda o dönüm noktalarını birdaha yaşayıp, bütün duygularınızı boşaltıp ve yepyeni bir ruhla ordan ayrılmış olacaksınız.

Züleyha Abdullayeva

Bakü doğumlu olan Züleyha Abdullayeva, 6 yaşından itibaren müzik eğitimine başladı. En son Üzeyir Hacıbeyov konservatuvarı ve Bilimler Akademiyası’nın yüksek lisansıyla, Güzel Sanatlar doktora ünvanını aldı. Bunun yanında Bio-enerji ve Nilgün Thomson’dan Reiki uzmanlığını elde etti, ayrıca School of İntegrated Holistic Healing’in “Özde Şifa”, St. Petersburg’da, Professional Association İnternational Medicine Alternativa’dan Master of Level, Rushel Blavo’dan müzik terapi dersleri aldı. Müzik terapisi konusunda kapsamlı araştırmalar yapmaktadır. Zihinsel engelli, otistik çocuklara, omur iliğinde bozukluk olan insanlara terapi amaçlı düzenlediği konserlerden, müziğin insan vücudu ve zihninde yarattığı süreçleri gözlemleyerek, bu alanda bilgi ve deneyimini arttırmaya çalışıyor.
Sana Seni Çalayım - Züleyha Abdullayeva
tarih : 15.03.2009 20:00:00
mekan : Yunus Emre Kültür Merkezi
Clicky Web Analytics