15 Mayıs 2009 Cuma

'Sait Faik'in kitabı da yasaklıydı'

USTA edebiyatçı Yaşar Kemal önceki gün Sait Faik Hikâye Armağanı'nın ödül töreninde ifade özgürlüğüyle ilgili manidar bir açıklama yaptı. Sürpriz bir şekilde törene katılan Yaşar Kemal, bu yıl Aradım Yaz Dediniz kitabıyla Sait Faik Hikâye Armağanı'nı kazanan Feryal Tilmaç'a ödülünü vermek için kürsüye çıktığında "Türkiye'de Sait Faik'in kitabı da yasaklandı. Ama o, büyük bir yazar, hâlâ büyüklüğünü koruyor", dedi. Salonda bulunan edebiyat dünyasının önemli isimleri, sözleri uzun uzun alkışlanan Yaşar Kemal'in açıklamalarını, son dönemde yazarların yargılanması, kitapların sansür edilmesine yordular ve onun bu tutuma karşı Sait Faik üzerinden manidar bir gönderme yaptığını belirttiler. Kemal SABAH'a yaptığı açıklamada da "Ne yaparsanız yapın büyük yazarlar ayakta kalıyor. Dostoyevski, Rus edebiyatının kaynağının Gogol olduğunu söyler. Ben Gogol'un kitaplarını okudum. Sait Faik o ayarda bir yazar. Bunu dünyada edebiyat otoriteleri de kabul ediyor", dedi. Okuduğu ilk Sait Faik kitabının Medar-ı Maişet Motoru olduğunu söyleyen Yaşar Kemal, "Adana'dayken bu kitabı okudum, defalarca okudum, doyamadım" dedi. İstanbul'a geldiğinde Sait Faik ile tanışma fırsatı bulduğunu söyleyen Kemal, Tilmaç'a ödülünü de "İnşallah, Sait Faik gibi olursun," diyerek verdi.

Çin filmi Cannes'ı sarstı

Eşcinsel teması nedeniyle Çin'de yasaklanan ve resmi izin olmadan yurtdışına çıkarılarak Cannes'da gösterilen Lou Ye'nin İlkbahar Ateşi filmi, neler görmüş-geçirmiş festivali bile şaşırtacak sahneler içeriyor.
Cannes 2009 ilk olayını yarışmadaki Çin filmi İlkbahar Ateşi'yle (Spring Fever) yaşadı. Tanınmış yönetmen Lou Ye'nin biri evli iki genç adam arasındaki son derece ateşli ilişkiyi anlatan filmi, neler görmüş geçirmiş Cannes şenliğini bile şaşırtacak sahneler içeriyordu. Ama asıl önemli olan, filmin ülkesinde yasaklanmış olması ve Cannes'a resmi izin olmadan gönderilmesiydi. Aslında aralarında Yılmaz Güney'in Umut filminin de bulunduğu birçok filmin geçmişte yaşadığı bu olayın bu çağda yaşanması, Çin'de sinemanın ve tüm sanatların üzerindeki büyük baskı ve sansürle açıklanıyor. Büyük ilgi gören filmin basın toplantısına tüm ekip katıldı. Yönetmen Ye, filmin yasaklandığı halde Cannes'a gönderilmesinin kendisi dahil tüm sanatçılar için beş yıl çalışamama cezasıyla sonuçlanabileceğini söyledi. Ye, nufusu 1.3 milyara varmış bir ülkenin içinde eşcinseller dahil her türlü insanın bulunabileceğini, filmi eğer gösterilseydi Çinlilerin büyük anlayışla karşılayacaklarından emin olduğunu belirtti. Filmin üç erkek ve bir kadın oyuncusu, özellikle yoğun cinsel sahneleri nasıl çektiklerini anlatırken zorlandılar. Biri kendisini tümüyle yönetmene teslim ettiğini belirtirken, bir erkek sanatçı şöyle dedi: "Oyunculuğun bambaşka bir ahlakı vardır. Ve bunun ilk gereği de rolün tüm icaplarını yerine getirmektir." İlkbahar Ateşi Cannes'dan ödülle döner mi, bilinmez. Ama filmin Cannes'a katılmasının bile demir bir elle yönetilen çok büyük bir ülkenin özgürlüğe ve demokrasiye biraz daha yaklaştığı anlamına geldiği de kolay kolay yadsınacak gibi değil.

''Hayatın Ritmi'' uzaydan da görülecek

Eserleri Google Earth'ten görülebilen Avustralyalı ünlü heykeltıraş Andrew Rogers, 2 yıl önce 2 heykel yaptığı Kapadokya'ya 6 heykel daha yaptı.
Andrew Rogers, heykellerinin biriyle ilgili olarak ''Yaşam şekillerini ifade etmeye çalıştığım 12 sütundan oluşan heykelin bir sütunu, üzerindeki yaldız sayesinde güneşin her batışında parlayacak ve bu çevreden dikkati çekecek, gözlenebilecek'' dedi.
Nevşehir'in merkeze bağlı Göreme beldesi sınırlarındaki Karadağ bölgesinde 2 yıl önce ''Hayatın Ritmi'' adını verdiği 2 heykel yapan Andrew Rogers, 3 aylık çalışma sonucu taşları yontarak 6 heykelin daha yapımını tamamladı.
Rogers'ın uzaydan görülebilecek şekilde tasarladığı heykeller törenle açıldı.
Andrew Rogers, açılış töreninde yaptığı konuşmada, Kapadokya'ya 2007 yılında yaptığı at ve Frigyalıların toprak ve bereket tanrısı olan Kibele heykelinden sonra Seten Taşı (Düven Taşı), Melek Yüzlü Kuş, Hayat Ağacı, Çift Gövdeli Tek Başlı Aslan, Taş Devri ve İlk Tapınak adlarını verdiği heykellerini tanıttı.
Eserlerin bulunduğu alanı sıcak hava balonundan fotoğraf makinesi ve kamerayla görüntüleyen Rogers, heykellerinden birinin 12 sütundan oluştuğunu, bu sütunlardan birini de her gün güneş batımında parlayacak ve çevreden izlenebilecek şekilde yaptığını belirtti.
Heykeltıraş Rogers, ''Yaşam şekillerini ifade etmeye çalıştığım 12 sütundan oluşan heykelin bir sütunu, üzerindeki yaldız sayesinde güneşin her batışında parlayacak ve bu çevreden dikkati çekecek, gözlenebilecek. Diğer eserlerim de insanların her yöne dağıldığını anlatıyor, yaşam şekillerini belirten bir heykeller grubu. Burası uzay anıtı gibi adlandırabilecek yer görüntüsünde'' dedi.
Kapadokya bölgesinin, medeniyetlerin birleştiği doğu ve batı sentezinin ortasında çok önemli bir medeniyet merkezi olduğunu kaydeden Rogers, ''Bu heykeller geçmiş kültürleri ve tarihi yansıttığı için buradadır'' diye konuştu.
Andrew Rogers, heykellerin yapımında yöre halkının, özellikle kadınların ve gençlerin çok yardımcı olduğunu, bu eserin altında onların da imzası bulunduğunu, kendisine 100 kişinin yardım ettiğini ifade etti.
''Kainata taşlarla fısıldayan adam'' olarak da tanınan Rogers, daha önce İsrail Arava Çölü, Şili Atacama Çölü, Bolivya Altiplano Bölgesi, Sri Lanka Krunegala Bölgesi, Avustralya'nın Geelong yöresi, İzlanda'nın Akureyri noktası, Çin'deki Gobi Çölü'nde ve Hindistan'da dev heykeller yapmıştı. Kapadokya'da bulunan, yükseklikleri 10 metreye ulaşan heykeller, Rogers'ın en son yaptığı eserler olarak biliniyor.

14 Mayıs 2009 Perşembe

''Osmanlı Donanması'nın Seyir Defteri"

Pera Müzesi, ''Dünya Seramiğinin Başyapıtları'' ve ''Osmanlı Donanması'nın Seyir Defteri: Gemiler, Efsaneler, Deniciler'' sergilerine ev sahipliği yapacak.
Sergilerin tanıtımı amacıyla müzede düzenlenen basın toplantısında konuşan Suna ve İnan Kıraç Vakfı Kültür ve Sanat İşletmesi Genel Müdürü Özalp Birol, İngiltere'de 1852'de hizmete giren Victoria ve Albert Müzesi'nin katkılarıyla açılacak ''Dünya Seramiğinin Başyapıtları'' sergisinde, ilk çağlardan günümüze dünya seramik sanatının en seçkin yapıtlarının bulunduğunu söyledi.
Birol, sergide Budizm tarikatını kuran Hintli Budist rahip Bodhidharma'nın insan boyutundaki heykeli, Roma güneş tanrısı Apollo'nun kaideli büstü, Yunan mitolojisinde gençlik tanrıçası olarak tanımlanan Hebe figürü, dünyaca ünlü ressam Picasso'nun yaptığı ve ''Sehpasının Başındaki Sanatçı'' isminin verdiği vazo, Çink Halk Cumhuriyeti'nin 1949'daki kuruluşunda başbakan olmuş Zhou Eniai'nin resminin emaye üzerine yapılan portresi, Fransa kralı ve kraliçesi XVI. Louis ve Marie Antoinette'nin porselen büstlerinin yanı sıra çok sayıda eserin bulunduğunu bildirdi.
Özalp Birol, ''2008'in sonlarında yaşanmaya başlayan ekonomik kriz, Türkiye'de de her türlü yatırımı ve girişimi etkilemeye başlamıştır. Ancak böyle bir ortamda önemli iki sergiyi açmak bizi gururlandırıyor'' dedi.
115 eserin bulunduğu sergiye The World Collections Programmen, British Council ve The Headley Trust'un da destek verdiğini ifade eden Birol, sergide ayrıca Suna ve İnanç Kıraç Vakfının koleksiyonlarında yer alan Kütahya çini ve seramiklerinin de yer alacağını söyledi.
Birol, serginin 19 Temmuz'a kadar ziyaret edilebileceğini kaydetti.

OSMANLI DONANMASININ SEYİR DEFTERİ
Özalp Birol, yarın ayrıca Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi denizcilik yaşamına ve tarihine ışık tutacaklarını düşündükleri ''Osmanlı Donanmasının Seyir Defteri: Gemiler, Efsaneler, Denizciler'' sergisinin de açılacağını belirtti.
Serginin Deniz Kuvvetleri Komutanlığı İstanbul Deniz Müzesinin destekleriyle hazırlandığını, eserlerin müzeden temin edildiğini dile getiren Birol, sergide 16. yüzyıl Osmanlı kadırgaları, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi denizcilerinin resimleri ile döneme ait çeşitli belgelerin yer aldığını ifade etti.
Birol, serginin tarihe önemli bir ışık tutacağını, geleneksel denizcilik yöntemlerinden modern denizciliğe geçişin serüveninin görülebileceğini dile getirerek, serginin küratörlüğünü İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Osmanlı Araştırmaları Bölümü Yöneticisi Ekrem Işık'ın yaptığını, serginin 4 Ekim'e kadar ziyaret edilebileceğini kaydetti.
Victoria ve Albert Müzesi Direktörü Mart Jones da sergideki seramiklerin paha biçilmez olduğunu ve İznik çinileriyle birlikte sergilenmesinin de önemini arttırdığını vurguladı.
İstanbul Deniz Müzesi Müdürü Kurmay Albay Rıza İşipek ise müzelerinin yenilenme sürecine girdiğini, denizcilik tarihinin daha geniş kitlelere ulaşması açısından serginin önemli olduğunu anlattı.
Basın toplantısının ardından iki sergi basın mensuplarına gezdirildi.

35 bin yıl önce kadın vücudu

Almanya'da yaklaşık 35 bin yıllık bir küçük kadın heykeli bulundu. Heykelciğin, kadın vücudunu yansıtan en eski heykel olduğu ve figüratif sanatın kökenlerine ışık tuttuğu bildirildi.
Nature dergisinin son sayısındaki makaleye göre, mamutdişi oyularak elde edilen heykelcik, geçen sene eylül ayında Hohle Fels yöresinde yapılan kazılarda altı parça halinde ortaya çıkarıldı. Parçalar bir araya getirildiğinde, koca memeli, geniş kalçalı, üreme organları abartılarak bütün ayrıntılarıyla resmedilmiş bir kadın heykelciği ortaya çıktı.
Tübingen Üniversitesinden Nicholas Conard, buluntuyu değerlendirirken, "heykelciğin cinsellik ve doğurganlığa doğrudan veya dolaylı olarak atıfta bulunduğuna" işaret etti.
Conard, "Hohle Fels figürü, paleolitik sanatın kökeni hakkındaki fikrimizi kökten değiştiriyor. Çünkü şimdiye kadar, sadece yarı insan-yarı hayvan yaratıklar veya hayvanların heykelleri veya resimleri bulunmuştu" dedi.
Bir mağara girişine 20 metre mesafede toprağın 3 metre altında bulunan 6 santim boyunda, 3,5 santim eninde, 33 gram ağırlığındaki "Venüs" heykelciğinin, 31 bin ila 40 bin yıllık olduğu karbon testiyle anlaşıldı.

Apollinaire edebî değil, edepsizmiş

Fransız edebiyatçı Guillaume Apollinaire’in Genç Bir Don Juan’ın Maceraları kitabını inceleyen bilirkişi böyle buyurdu: Edebî değil, müstehcen
Daha Nedim Gürsel’in Allah’ın Kızları adlı kitabına açılan dava sonuçlanmamış, Türkiye edebiyatta sansür sınavı verirken Sel Yayıncılık’ın Cinsel Kitaplar dizisinde yer alan Ben Mila’nın Perinin Sarkacı, Guillaume Apollinaire’in Genç Bir Don Juan’ın Maceraları, Fransız P.V.’nin yayına hazırladığı Görgülü ve Bilgili Bir Burjuva Kadınının Mektupları adlı kitapları hakkında da soruşturma açıldı... Bu kitaplar edebi eser olarak değerlendirilmezken aynı dizide yer alan Juan Manuel de Prada’nın Kukular Kitabı ise edebi eser olarak kabul edildi. En çok şaşkınlık yaratan ise Fransız edebiyatının en önemli yazarlarından biri olarak kabul edilen Apollinaire’in bilir kişi tarafından edebiyat dışı tutulması oldu. Üç kitap hakkında TCK’nın 226. maddesine göre İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nce dava açıldı.
Müstehcenliği cezalandıran 226. TCK maddesinin hükümleri, “bilimsel eserlerle; üçüncü fıkra hariç olmak ve çocuklara ulaşması engellenmek koşuluyla, sanatsal ve edebi değeri olan eserler hakkında uygulanmaz” diyor.
Sözkonusu kitapların, gerçeğe dayalı anlatımlar değil, kurgu olduklarını ve kurgunun cezalandırılmasının da doğrudan düşüncenin cezalandırılması olduğu yönünde açıklama yapan Sel Yayıncılık’tan İrfan Sancı sorularımızı yanıtladı. Sancı savcılığın kitapların edebi nitelik taşımadığı kanaâtine nasıl vardığı hakkında şunları söylüyor: “Savcılık, bir kitabın edebi nitelik taşıyıp taşımadığını kendi tayin ettikleri bilirkişiye soruyor. Bunlar da genellikle konunun uzmanı olmayan edebiyat dışı insanlar oluyor. Bizim örneğimizde İstanbul Ticaret Üniversitesi’nden birilerine sormuşlar.”
Kitapların yasaklanmasındaki gerekçelerden biri “Toplumumuzda geçerli olan genel ahlak kuralları, gelenek, görenek ve alışkanlıkları bağlamında ele alındıklarında, bir ailenin birlikte okuyup, inceleyemeyeceği nitelikte oldukları anlaşılmaktadır” şeklinde açıklanmış. Bu açıklama elbette kimseyi tatmin etmiyor... “Sayın bilirkişi bir kitabın edebi olup olmadığıyla ilgili yeni bir kriter keşfetmiş ki kendilerini kutlamak gerekir. Sormak gerekir bir kitap alınınca oturulup ailecek mi okunuyor? Üzerinde cinsel yazan bir kitapta böyle bir okumayı öngörmek kasıtlı değilse nedir?”
Türk edebiyatı böylesi yasakları çok fazla yaşadı ve hâlâ da yaşıyor. Düşünceye ve sanata vurulan bu darbeyi ortadan kaldırmak için elbette yapılması gerekenler var ama yapılmıyor, bu sorunların nasıl aşılacağı konusunda İrfan Sancı şunları söylüyor: “Eskiden olsa ‘devrimle’ der geçerdik ama şimdi o seçenekten epey bir uzak düştük. Bu tür soruşturmaların saçmalık olduğunu söylemekten başka bir çözüm aklıma gelmiyor.”

Edebsiz Apollinaire aslında kimdir?
İtalyan asıllı Fransız yazar, şair ve sanat eleştirmeni olan Guillaume Apollinaire, çağdaş Fransız şiirine yeni akımlar getirmek üzere yenilik çalışmalarına girmiş aynı zamanda kübizm ve sürrealizmin en önemli temsilcilerinden biri. Edebiyat yaşamında şiirlerinde de kübizm etkisi görülen Guillaume Apollinaire’ın, Tiresias’ın Memeleri Sürrealist Dram, İki Kıyının Avaresi, Katledilen Şair ve Diğer Hikâyeler, Dünya Gülü, Zamanın Rengi ve son olarakta Sel Yayıncılık’tan yayımlanan ve hakkında müstehcen olduğu gerekçesiyle soruşturma açılan Genç Bir Don Juan’ın Maceraları Türkçeye kazandırıldı.

‘FIPRESCI’ ödülü Portekizli yönetmene

12. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nde “Uluslararası Film Eleştirmenleri Birliği (FIPRESCI) Ödülü”nü Portekizli yönetmen Teresa Villaverde’nin filmi “Trans” alırken, “Genç Cadı Ödülü” “Hayat Var” filmindeki oyunculuğuyla Elit İşcan’a gitti.
Festival, dün Kızılırmak Sineması’nda düzenlenen törenle sona erdi. Kapanış konuşmasına, “Bu yıl çok farklı bir festival oldu, etkisi uzun süreceğe benziyor” diyerek başlayan Festival Koordinatörü Halime Günre, bu yıl, tarihte üstü örtülmek istenen bir dönem olan 1980’li yılları ele aldıklarını belirtti. Festivalde, ‘FIPRESCI Ödülü’, Portekizli yönetmen Teresa Villaverde’nin ‘Trans’ filmine gitti. Bu yıl ilk defa verilen ‘Genç Cadı Ödülü’ne de ‘Hayat Var’ filmindeki performan-sıyla Elit İşcan layık görüldü.

Kültür Bakanlığı destek için devrede

Kültür ve Turizm Bakanlığı yılın ilk yarısında Türk sinemasına 3 milyon 110 bin TL destek verecek. Bakanlığa bağlı Sinema Destekleme Kurulu'nun önceki gün açıkladığı destek alan projeler listesinde, geçen yıl 325 bin TL ile desteklenmesi kararlaştırılan Tunç Okan'ın Umut Üzümleri film projesi de bulunuyor. Üst üste iki yıl aynı film projesine destek verilmesiyle ilgili olarak bakanlık yetkilileri, geçen yıl Tunç Okan'ın gerekli belgeleri tamamlayamadığı için destek hakkını kullanamadığını, bu yıl tekrar projesini kurula sunup yeniden destek aldığını söylüyor. Yetkililer bunun etik olmadığı yönündeki eleştirileri de kabul etmiyor. Umut Üzümleri bu yıl 400 bin TL destek aldı. Desteklenen diğer uzun metrajlı film projeleri şöyle: Sultan Mutfakta (Ümit Ünal) 300 bin, İstanbul İşgal Altında (Mustafa Altıoklar) 400 bin, Gölgeler ve Suretler (Derviş Zaim) 225 bin, Sevdaya Durdu Zaman 225 bin, Bizim Büyük Çaresizliğimiz (Seyfi Teoman) 200 bin, Saç (Tayfun Pirselimoğlu) 150 bin, Ateşin Düştüğü Yer (İsmail Güneş) 225 bin, Kayıp Söz (Dilek Gökçin Coşkun) 250 bin, Öfkeli Çılgınlık Karamsar Çile (Hatice Yakar) 200 bin, Kutu 175 bin, Melekler ve Kumarbazlar 175 bin TL.

4. Uluslararası Mardin Film Festivali

Mardin Film Festivali, 4. kez sinemaseverlerle buluşuyor. Geçtiğimiz yıl Mardin’de tek sinema salonunun açılmasına öncülük eden SineMardin, bu yıl açık hava gösterimleriyle de Mardin’de sinema nostaljisini yaşatacak. 20 - 26 Haziran tarihlerinde Mardin Sinema Derneği tarafından gerçekleştirilecek olan SineMardin, film gösterimlerinin yanında, sınırın ötesindeki, yakın ama bilinmeyen coğrafyayı bu yılki festivale konuk ediyor. New York merkezli bir sanat kurumu olan ArteEast ve Mardin Sinema Derneği tarafından gerçekleştirilecek olan “Arap Sinemasına Bakış” başlıklı program sinemaseverlerin beğenisine sunacak.

Frank Sinatra'nın yolu beyazperdeye düşüyor

Amerikalı yönetmen Martin Scorsese, Amerikalı şarkıcı ve aktör Frank Sinatra'nın hayatını filme çekecek
Amerikalı yönetmen Martin Scorsese, 1998’de ölen Amerikalı aktör ve şarkıcı Frank Sinatra’nın hayatını filme çekecek
Variety dergisinin haberinde, "Sinatra" adı verilecek filmin senaryosunu Phil Alden Robinson’ın yazdığı ve Universal Pictures ve Mandalay Pictures tarafından çekileceği belirtildi.
66 yaşındaki Scorsese’nin yönetmenliğini yapacağı filmde Sinatra’yı kimin oynayacağı belirtilmedi. Filmle ilgili proje için yıllardır uğraşıldığı, özellikle Sinatra’nın şarkılarının telif haklarını almanın zor olduğu kaydedildi. 11 kez Grammy ve 1 kez Oscar kazanan Frank My Way (Benim yolum) şarkısıyla tanınan Sinatra, 14 Mayıs 1998’de ölmüştü. Scorsese, şu ana kadar "Taksi Şoförü", "New York Çeteleri" ve "Casino"nun da aralarında bulunduğu çok sayıda filmin yönetmenliğini yaptı.

Mısırlı Gamal Gitani, İstanbul'da

Nobel ödüllü Necip Mahfuz'un 'manevî oğlum' dediği çağdaş Mısır edebiyatının en önemli isimlerinden Gamal Gitani, İstanbul Mısır Kültür Merkezi'nin davetlisi olarak 16-20 Mayıs tarihlerinde İstanbul'a geliyor.
Günbatımının Çağrısı ve Kahire'nin Mücevheri adlı kitapları ülkemizde Can Yayınları tarafından yayımlanan Gitani, 18 Mayıs Pazartesi günü saat 11.00'de İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsü Kurul Salonu'nda bir konferans verecek. 19 Mayıs Salı günü ise saat 19.00'da Mısır Kültür Merkezi'nde bir konuşma yapacak ve okurlarına kitaplarını imzalayacak.

Orhan Kemal Armağanı Zülfü Livaneli'nin

38. Orhan Kemal Roman Armağanı, Zülfü Livaneli'nin Remzi Kitabevi tarafından yayımlanan 'Son Ada' isimli romanına verildi. Tahsin Yücel, Osman Şahin, İnci Aral, Semih Gümüş, Refik Durbaş, Özdemir İnce ve A.Kemali Öğütçü'den oluşan Seçiciler Kurulu, Son Ada'yı 'toplumsal sorunlara gerçekçi yaklaşımını fantastik bir anlatımla yansıtmadaki başarısı nedeniyle' 33 roman arasından ödüle değer gördü.
Livaneli'ye ödülü 2 Haziran Salı günü saat 10.30'da Beyazıt'taki Orhan Kemal Kütüphanesi Konferans Salonu'nda yapılacak olan Orhan Kemal'i anma töreninde verilecek.

Ertuğ'un Paris'teki sergisinde Türk kütüphaneleri yok

Fotoğraflarıyla Türkiye'den çok yurtdışında adını duyuran Ahmet Ertuğ, yeni ve iddialı bir projeyle kültür-sanat gündeminde. Avrupa'nın önde gelen tarihî kütüphanelerini fotoğraflayan Ertuğ, eserlerini Fransızların ünlü milli kütüphanesinde (Bibliothèque Nationale de France) Parisli sanatseverlerin beğenisine sundu.
"Bilgi Tapınakları" isimli sergi, Paris Büyükelçisi Osman Korutürk'ün de katıldığı bir resepsiyonla açıldı. 10 ülkeden 32 ünlü tarihî kütüphanenin fotoğrafının yer aldığı sergide, Türkiye'den hiçbir kütüphane bulunmaması dikkat çekti. Projede Avrupa'da imparatorlukların kütüphane kültürlerini çalıştığını ifade eden Ertuğ, sergide Türkiye'den bir kütüphane fotoğrafı bulunmaması hakkında, "Bu kütüphaneler, yaşayan ve erişilebilen kütüphaneler. Türkiye'de kütüphanelerimiz rezil bir durumda. Buraya nasıl koyabilirdim? Zaten, buraya koyacak ayarda kütüphane de yok aslında." dedi.

Denizkabuğu bozkırda unutuldu mu?

İlk uzun metrajlı filmi 'Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak'la başta İstanbul Film Festivali olmak üzere pek çok uluslararası festivalden ödül alan Ahmet Uluçay'ın Aralık 2007'de 'motor' dediği ikinci filmi 'Bozkırda Deniz Kabuğu'nun çekimleri yılan hikâyesine döndü.
Kış sahneleri Mart 2008'de tamamlanan filmin, yaz ve bozkır bölümlerine, aradan bir yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen bir türlü başlanamadı. Projeye 225 bin TL destek vermeyi kararlaştıran Kültür ve Turizm Bakanlığı ise film belirtilen sürede tamamlanmadığı için ilk etapta verdiği 190 bin TL'nin iadesi için mahkemeye müracaat etti. Yapımcı şirketin Uluçay'ın sağlık sorunları sebebiyle kendisine İranlı bir yönetmeni yardımcı olarak vermeyi düşündüğü de ifade ediliyor. Filmin çekilemeyen sahneleri için Afyon'un Dinar ilçesi, Mardin ve Niğde'nin Bor ilçesinde mekân araştırması yapılmıştı. Yeterli büyüklükte bozkır bulmakta zorlanan ekip, şimdilik Mardin'e sıcak bakıyor.
Çekimlerin yapıldığı Kütahya'nın Tavşanlı ilçesine bağlı Tepecik köyü sakinleri, filmin bir an önce bitirilmesini isterken çekim sürecindeki belirsizliğin, hastalıkla mücadele eden ve "Film çekemezsem ölürüm" diyen Ahmet Uluçay'ı olumsuz yönde etkilediği konuşuluyor. Başlangıçta yönetmenin sağlık sorunları yüzünden çekimleri ağır ilerleyen filmin esas probleminin maddi sebepler olduğu, yapımcının yeni kaynak ve sponsor bulmak için çabaladığı, Tepecik kahvehanelerinde en çok konuşulan konular arasında. Bu arada komedyen Cem Yılmaz da yapımcıya ortaklık teklifinde bulunarak filmin tamamlanması için yardımda bulunabileceğini söylemiş.
Ahmet Uluçay'ın en büyük hayali olan 'Bozkırda Deniz Kabuğu'nun oyuncuları da yine Tepecik'ten seçilmiş. Çoban Yakup'u oynayan Serkan Özcan, Tavşanlı'da bir okulda çaycılık yapıyor. Ahmet Tepe, bilgeyi oynuyor. Emekli öğretmen Mehmet Gürleyen, bir öğretmeni canlandırıyor. Uluçay'ın, bozkırda dolaşırken bulduğu bir deniz kabuğundan esinlenerek senaryosunu yazdığı film, 60'lı yıllarda yoksul bir Anadolu köyünde geçiyor. Yakup'un köyün yakınından geçen trende gördüğü ve kendisine mendil veren bir kıza âşık oluşunun anlatıldığı filmde cinler, hayaletler, körler, sakatlar, deliler ve şizofrenler de yan hikaye olarak yer alıyor. Uluçay'ın 'Yalın ve güzel bir öykü. Görsel bir insanlık senfonisi.' dediği 'Bozkırda Deniz Kabuğu'nu, Tepecik köylüleri kadar, 'Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak' filminin tadı damağında kalan sinemaseverler de sabırsızlıkla bekliyor. Dileriz yapımcı elini çabuk tutar da 2009 başında gösterime gireceği duyurulan film, en azından bu yıl bitmeden beyazperdeye çıkma şansı bulur.

Uluçay'a belgesel sürprizi!
Sinemaya olan tutkusu üzerine yüzlerce yazı yazılan Ahmet Uluçay'ın 'Bozkırda Deniz Kabuğu' filmi bitmemişken, filmin yapımcısı Tayfun Delice'nin Uluçay belgeseli çekmek için girişimde bulunduğu ortaya çıktı. NTV haber sunucularından Banu Güven tarafından çekileceği söylenen belgeselin nasıl şekilleneceği netleşmedi. Aylar önce kendisiyle görüşüldüğünü doğrulayan Güven, "Böyle bir düşünce vardı. Daha sonra Tayfun Delice ile görüşemedik. Eğer çekilecekse yeniden görüşmemiz gerekecek." dedi. Uluçay'ın hayatını konu alan bir belgesel daha önce 'Asıl Çekemesem Ölürdüm' başlığıyla gösterilmişti.

6. İSTANBUL ANİMASYON FESTİVALİ YARIŞMASI

6. İstanbul Uluslararası Animasyon Festivali, 13-22 Kasım 2009 tarihleri arasında gerçekleştirilecektir.

Kimler Başvurabilir?
Yarışma herkese açıktır. Sadece 1 Ocak 2008'den sonra tamamlanmış filmler kabul edilecektir.

Kategoriler
IAF Büyük Ödülü: Hikayesi ve animasyon tekniğini en iyi harmanlayan kısa filmlerin seçileceği kategoridir.
Uzun Metraj: Süresi 40dk'dan fazla animasyon filmler.
Türk Kısa Filmi: Türkler tarafından üretilmiş animasyon kısa filmler.
Öğrenci Filmi: Öğrenciler tarafından üretilmiş animasyon kısa filmler.
İlk Film: İlk filmini yapan kişiler tarafından üretilmiş animasyon kısa filmler.
Müzik Klibi: Animasyon tekniklerinden birinin ya da bir kaçının kullanıldığı müzik klipleri.

Ödüller
Yakında açıklanacatır.

Takvim
Son başvuru tarihi: 4 Eylül 2009 Cuma18:00'e kadardır.
Kabul edilen filmlerin açıklanma tarihi: 28 Eylül Pazartesi'dir.
Başvuru tarihinden sonra tarafımıza ulaştırılan filmler kesinlikle kabul edilmeyecektir.

Başvuru
# Başvurular ücretsizdir.
# Başvuru formu tamamen doldurulmalı ve filmin yanında gönderilmelidir.
# Gönderilecek her bir film için ayrı ayrı başvuru formu doldurulmalıdır.
# Gönderim masrafları tamamen yarışmacıya aittir.
# Yarışmacılar istedikleri kadar çalışma ile katılabilirler. Her çalışma için ayrı başvuru yapılır.
# Çalışma DVD, miniDV,16mm veya 35mm formatlarından birinde teslim edilmek zorundadır. Eser büyük ekranlarda gösterilebileceği için yüksek kalitede sunulması şarttır.

Koşullar
# Yarışmaya katılacak çalışmanın, tamamen o kişi veya ekibin çalışması olması gerekmektedir. Aksi ispatlandığı takdirde, çalışma otomatik olarak diskalifiye edilecektir. Çalışmanın içerisinde kullanılan, başkalarına ait video, müzik veya grafik gibi unsurlar sahipleri itiraz etmediği sürece değerlendirmeye alınacaktır.
# Video, film veya fotoğraf gibi çekim malzemeleri kullanıp kullanmamak tamamen serbesttir.
# Her türlü görsel efekt ve animasyon tekniği serbesttir. Klasik 2D çizgi animasyon, bilgisayar destekli 3D animasyon, stop motion gibi her türlü animasyon tekniği ve/veya görsel malzemeye optik, kimyasal, fiziksel veya dijital müdahale ile yapılan her türlü görsel efekt tekniği kullanılabilir.
# Yarışmaya katılacak çalışmanın belli bir öykü anlatıp anlatmaması, karakterler ve diyaloglar içerip içermemesi ve kullanılan estetik dile ve üsluba dair her türlü tercih serbesttir.
# IAF yarışmaya katılacak bütün çalışmaların gösterim ve IAF'nin kendi basılı ve görsel duyurularında veya materyallerinde kullanma hakkına sahip olacaktır. Kesinlikle ticari amaç için kullanılmayacaktır.

Nasıl Kazanacaksınız?
# Çalışmanın kurallara uygunluğu gözden geçirilecek ve bir ön eleme yapılacaktır.
# Ön eleme sonuçları 28 Eylül Pazartesi günü açıklanacaktır.
# Çalışmalar jüri tarafından değerlendirilecek ancak ödül törenine kadar sonuçlar açıklanmayacaktır.
# Verilecek ödüller kategoriler bölümünde belirtilmiştir.
# Jüri herhangi bir dalda ödüle değer eser olmadığını düşünürse o dalda ödül vermeyebilir.
# Jüri eğer isterse bazı çalışmaları Jüri Özel Ödülüne layık görebilir.

Başvuru Adresi
Yetkili: Efe Efeoğlu
PK.179 Beyoğlu İstanbul

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Bırakın eski filmler hayatı tatlandırsın

Altın Palmiye alan filmlerin en iyilerini seçen Telegraph gazetesi, birinciliği Fellini’nin La Dolce Vita’sına verdi. Siz Cannes’a gidemeyebilir ya da Trevi Çeşmesi’ne atlayamayabilirsiniz ama bir klasik için ekran karşısına geçerek hayatınızı tatlandırmanız pekâlâ mümkün

Sinema dünyasının nefesini tutarak beklediği Cannes Film Festivali, Peter Docter’in yönetmenliğindeki La-haut filmiyle bugün başlıyor. Bu yıl 62.si düzenlenen festival 24 mayısa kadar sürecek. Jüri başkanlığını Fransız oyuncu Isaballe Huppert’in yapacağı festivalin bu yılki jüri üyeleri arasında yönetmen Nuri Bilge Ceylan, İngiliz yazar Hanif Kureishi, oyuncu Shu Qi, Amerikalı yönetmen James Gray ve Koreli yönetmen Lee Chang-dong yer alıyor. Festivalde toplam 52 filmin gösterimi yapılacak, bunlardan 46 tanesi dünya prömiyeri Cannes Film Festivali’nde gerçekleşecek. 120 ülkeden bin 670 filmin katıldığı festivalde, filmler arasında yapılan eleme sonucunda bu sayı 52’ye indirildi.
Dünyanın en önemli film festivali olan ve dünyanın en iyilerinin birbiriyle yarıştığı Cannes Film Festivali’nde tüm bunların yanında, en merak edilen konu bu yıl Altın Palmiye’nin kime gideceği...
Altın Palmiye için yarışacak 20 filmin her biri birbirinden iddialı. Quentin Tarantino’dan Ken Loach’a, Michael Haneke’den Lars von Trier’e kadar, dünya sinemasının en başarılı yönetmenlerinin filmleri büyük ödül için yarışıyor. Telegraph gazetesi yazarları ise şimdiye kadar Altın Palmiye kazanan filmler arasından kendi ilk onunu seçti. İşte Telegraph gözünden 62 yıllık Cannes maratonunun gerçek şampiyonları:

1960 - Tatlı Hayat / La Dolce Vita (Federico Fellini)
Cannes’ın verdiği altıncı Altın Palmiye Fellini’nin efsanevi Tatlı Hayat filmine gitmişti. Dünya çapında başarı kazanan yapım, aynı zamanda üç Oscar’a da aday oldu.

1936 - Leopar / Il Gattopardo (Luchino Visconti)
Giuseppe Tomasi Di Lampedusa’nın klasik romanından uyarlanan film, Visconti’nin en pahalı, iddialı ve kimilerine göre en iyi filmi addediliyor.

1976 - Taksi Şoförü / Taxi Driver (Martin Scorsese)
Rakipleri Alice Artık Burada Yaşamıyor ve Komedi’nin Kralı gibi filmleri geride bırakıp ödülü kucaklayan Scorsese’nin Taxi Driver’ı, Travis Bickle karakteriyle de hafızalardan silinmiyor.

1984 - Paris, Texas (Wim Wenders)
1976’dan beri sekiz kere aday gösterilerek bir Cannes efsanesine dönüşen Wenders, Sam Shepard senaryosu, Harry Dean ve Nastassja Kinski gibi oyuncuların da katkılarıyla 1984 yılında ilk kez ödülü kucakladı.

1989 - Sex Ve Yalanlar / Sex, Lies and Videotape (Steven Soderbergh)
Soderbergh’in ödülü kazanması Amerikan bağımsız sinemasının dönüşü olarak addedildi. Soderbergh Altın Palmiye’yi kazanırken, James Spader da en iyi aktör dalında ödüle layık görüldü.

1993 - Piyano/ The Piano (Jane Campion) and Hoşça Kal Cariyem / Farewell My Concubine (Chen Kaige)
19. yüzyılda geçen bir aşk öyküsünü anlattığı filmiyle, Altın Palmiye’yi kucaklayan tek kadın yönetmen olan Campion, ödülünü Kaige’nin politik epiği Hoşça Kal Cariyem’le paylaştı.

1994 - Ucuz Roman / Pulp Fiction (Quentin Tarantino)
Kieslowski’nin Kırmızı’sını geride bırakarak, ödülü kazanan Tarantino Ucuz Roman’la tüm dünyada büyük yankı uyandırmış ve ününe ün katmıştı.

1996- Yatak Oyunları / Secrets & Lies (Mike Leigh)
1993 senesinde Çıplak’la En İyi Yönetmen dalında ödül kazanan Leigh, asıl başarısını Yatak Oyunları filmiyle gösterdi. Film aynı zamanda Brende Blethyn’e de En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandırdı.

2004 - Fahrenheit 9/11 (Michael Moore)
1956 yapımı Since Le Monde Du Silence Back filminden sonra, belgesel dalında ödüle layık görülen ilk yapım olan Moore’un Bush yönetimden duyduğu sıkıntıyı konu alan Fahrenheit 9/11, hem festivallerde hem de gişelerde Moore’un yüzünü güldürdü.

2008 - Sınıf / Class (Laurent Cantet)
Yarışmada ödül kazanan filmler her daim tartışma konusu olsa da, Fransa’nın çürümeye yüz tutmuş eğitim sistemine dramatik bir dokunuşla yanıt veren Cantet’in bu yarı belgesel filmi herkesin beğenisini toplamayı başardı.

Şipşak Godot, şipşak Ulysses

Küçük mavi kuşlar, nam-ı diğer Twitter sitesi, edebiyat klasiklerini 140 vuruşta özetledi. Beckett’in Godot’yu Beklerken’i, “Vladimir ve Estragon bir ağacın yanında durup Godot’yu bekliyorlar. Durumları güncellenmiyor”a dönüştü. Joyce’un Ulysses’inin başına geleni ise hiç sormayın daha iyi!
Edebiyatın unutulmaz eserleri popüler websitesi Twitter’da 140 karaktere sığdırılırsa ne olur?
Charles Dickens, JD Salinger ve Jane Austen site kullanıcıları tarafından romanları birkaç cümleyle anlatılan yazarlardan sadece bazıları. Romanların özünün üç mısralık haiku biçiminde sunulması, e-postalarını birkaç dakika içinde kontrol etmeyi, yüzlerce sayfalık roman okumaya tercih eden günümüz okuyucularının hoşuna giderken, edebiyat tutkunları ise durumdan biraz şikayetçi.
Samuel Beckett’in Godot’yu Beklerken: “Vladimir ve Estragon ağacın yanında durup Godot’yu bekliyorlar, durumları güncellenmiyor.”
Yayımlandığı zaman büyük tartışmalara yol açan ünlü DH Lawrence romanı Lady Chatterley’s Sevgilisi romanı ise yalnızca tek bir cümleyle özetleniyor: “Sosyetik bir kadın, bir bekçiyle kırıştırır.”
Yazar Tim Collins yapılanların dalga geçmek maksatlı olmasına rağmen, sanat ve eğitim için yeni kapılar aralayabileceğini düşündüğünü belirtti ve sözlerine şöyle devam etti: “Sitenin kullanıcılara arkadaşlarıyla beyin fırtınası yoluyla iletişim kurmalarına olanak sağlayan ‘hashtag’ özelliği yaratıcı işbirliği anlamında oldukça yararlı. Belki de Twitter’ın sanatsal bir form olarak potansiyelini daha yeni yeni anlamaya başlıyoruz.”
Bu hafta Mini Twitter Kitabı adıyla yayımlanan Mr Collins işin ironik yanının kısaltmakta en çok zorlandığı romanın James Joyce’un tıpkı Twitter güncellemelerinde olduğu gibi bilinç akışı yöntemiyle yazılan Finnegan’ın Uyanışı olduğunu belirtti.
Birkaç cümleyle dünyanın en önemli romanları:
Ulysses - James Joyce: Adam Dublin sokaklarında yürür. Gününün her bir detayına şahit oluruz. Muhtemelen Tweeter’da fazla takılmış olmalı.
Büyük Umutlar - Charles Dickens: Yetime gizli aşkı tarafından para verilir. Miss Shavisham olduğu sanılırken, Magwitch çıkar.
Çavdar Tarlasında Çocuklar - JD Salinger : Zengin züppe küçük kız kardeşi dışında herkesin sahte olduğunu sanır. Bir sinir krizi geçirir. Mark Chapman şu an John Lennon’u takip ediyor.
Aşk ve Gurur - Jane Austen: Kadın korkunç gözüken bir adam olan Darcy ile tanışır. Aslında iyi biri olduğu anlaşılır ve birlikte olurlar.
Bridget Jones’un Günlüğü - Helen Fielding: Aşk ve Gurur’dan bir farkı yoktur. Darcy ile tanışılır. Kötü gibidir ama iyi çıkar, mutlu mesut yaşarlar.

Süperman'in kostümü satışa çıkıyor

Süpermen'in kostümü Avustralya'da açık artırmayla satılacak. Bonhams ve Goodman müzayede şirketinin açıklamasına göre, Amerikalı aktör Christopher Reeves'in giydiği kırmızı-mavi, üzerinde S yazılı kostüm 24 Mayıs'ta Melbourne'da satışa çıkarılacak.
Kostümün 15 bin avroya alıcı bulabileceği tahmin ediliyor. Kostüm, 1983'te çevrilen Süpermen 3 filminde kullanılmıştı. Aktör Reeves, attan düşerek felç olmuş ve 2004 yılında 52 yaşında ölmüştü.

2. Street Dans Karnavalı coşturacak!

Geçen yıl ilki gerçekleştirilen ve büyük ilgi gören “Street Dans Karnavalı”nın ikincisi, bu yıl Bahçeşehir Üniversitesi Fazıl Say Salonu’nda düzenlenecek.
Genel koordinatörlüğünü “Duygu Etikan”ın yaptığı karnaval, ülkemizdeki genç street dansçıların ve koreografların yeteneklerini sergileyerek, dansın sunduğu özgürlükçü tavrı görsel bir şölen ile kitlelere duyurmayı amaçlıyor.
“Street Dans”, Hip Hop, Break, Jazz, Funk, Dancehall gibi dans stillerini içinde barındıran, 21.yüzyılın en popüler dans türlerinden birisi.
Street dansın öncülerinden olan Michael Jackson, Janet Jackson, Paula Abdul, Madonna, Britney Spears, Beyonce gibi ünlüler, bu dansı tüm sahne şovlarında sergiliyorlar.
İzleyiciler, gösteri boyunca, Türkiye'nin beatbox şovunun önde gelen isimlerinden TAPEMAN’i ve ülkemizin başarılı genç müzisyenlerden ALPER KARAOT’u dinleme şansını yakalayacaklar. ABDA, BE ONE PROJECT, DANCEHOLIC, ELECTRO BALANCE, IRVING RESURRECTION, HİPNOTİK, ORGANIC TECHNOLOGY, ROXANA MENZIES, VOLKAN GARZAN ve YERLEBİR PROJE TOPLULUĞU’nu izlerken yerlerinde duramayacaklar.
Türkiye'nin değişik illerinden gelecek bu seçkin street dansçıların , koreografların ve müzisyenlerin yanı sıra, karnavalda, Hollandalı dünyaca ünlü dans koreografı ESZTECA NOYA, New York Broadway Dance Centre'dan MELISSA HENRY ve KAT DIEME gibi yabancı sanatçılar da şovları ile yer alacaklar.
Ayrıca gösteri geleneğinde yepyeni bir yol açan efsanevi ritm ve dans grubu STOMP, “Süpürgeler” isimli unutulmaz dansları ile sinevizyon ekranından karnavala renk katacak.
Dans tutkunları, program ve ayrıntılı bilgiye www.streetdancecarnival.com web adresinden ulaşabilirler.
Etkinlik Tarihi: 17 Mayıs 2009 Pazar
Saat: 20.30
Yer: Bahçeşehir Üniversitesi Fazıl Say Gösteri Salonu ( Beşiktaş )

İnönü Üniversitesi’nde Geleneksel Türk Sanatları Şenliği

İnönü Üniversitesi’nin her yıl düzenlemiş olduğu Bahar Şenlikleri kapsamında “Geleneksel Türk Sanatları Şenliği (Çini-Ebru-Tezhip Uygulamaları)” 20-22 Mayıs 2009 tarihleri arasında, İnönü Üniversitesi Kampüsü-Şenlik Alanı (Kıbrıs Meydanı)’nda gerçekleştirilecektir.
Geleneksel Türk Sanatları Şenliği öncelikle; Geleneksel Sanatlarımızı korumayı, unutulmuş veya unutulmaya yüz tutmuş, teknolojinin içerisinde kaybolmuş teknik ve sanatsal özelliklerini yaşatmayı amaçlamaktadır. Geleneksel Sanatlarımızın önemini daha geniş kitlelere yayarak, Malatya ve çevresinde yaşayanlara tanıtımını yapmak ve bölge gençlerinin Geleneksel Türk Sanatları konusunda yüksek eğitim yapmasını teşvik etmek Şenliğin amaçları arasındadır.
İnönü Üniversitesi olarak her yıl düzenlenen Bahar Şenliklerinde bu yıl ilk kez gerçekleştirilecek olan Geleneksel Türk Sanatları Şenliği; Sayın Rektörlüğümüz ve Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanlığının himayelerinde 2007 yılında Güzel Sanatlar Fakültesi bünyesinde kurulan henüz eğitim-öğretime başlamamış olan, Geleneksel Türk El Sanatları Bölümü tarafından düzenlenmektedir.
Geleneksel Türk Sanatlarımız başlığı altında ebru ve tezhip sanatlarına ait uygulamalar; Dokuz Eylül Üniversitesi Geleneksel Türk El Sanatları Programı doktora öğrencileri Muhammet BİLGEN ve Serkan İLDEN tarafından yapılacaktır.
Çini Sanatı uygulamaları ise; İnönü Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk El Sanatları Bölümü Başkanı Yrd. Doç. A. Sultan KARAOĞLU ile birlikte diğer bölüm öğretim elemanları Öğr. Gör. Pınar KOŞAR ve Uzm. Eda DEMİR tarafından gerçekleştirilecektir.
Çini, Ebru ve Tezhip sanatlarımızın geleneksel yöntemlerle üretim tekniklerinin tüm aşamaları ile gösterileceği ve uygulanacağı şenlik boyunca; genç sanatçılarla birlikte buluşacak olan Malatya halkının üç gün boyunca hep birlikte uygulamalara birebir katılmaları; hoş ve sanat dolu günler geçirmeleri beklenmektedir.
Geleneksel Türk Sanatları şenliğinin amaçlarını ve uygulamalarını topluma aktarmak ve anılan sanatlarımızı tanıtmak, korumak ve gelecek nesillere ulaştırmak amacıyla kamuoyunda farkındalık yaratmak üzere Basınımızın değerli mensuplarını da aramızda görmek en büyük dileğimizdir.

İlk Uluslararası Türk Reggae Festivalimiz başlıyor!

Türkiye’nin ilk Uluslararası Reggae Festivali olacağı belirtilen "United in Paradise Reggae Festivali", 16-19 Mayısta, Antalya’nın Kumluca ilçesine bağlı Çavuşköy (Olimpos) beldesindeki Adrasan Koyu’nda yapılacak.
Festival düzenleme komitesinden yapılan yazılı açıklamada, "United In Paradise" etkinliğine Türkiye’nin ve dünyanın çeşitli yerlerinden gelecek grupların ve DJ’lerin katılacağı belirtildi.
Festivale, dünyaca ünlü reggae sanatçısı Don Carlos’un yanı sıra, Jamaika, İtalya, Almanya gibi ülkelerden çok sayıda müzisyenin, Türkiye’den de sürpriz grup ve DJ’lerin katılacağı belirtildi.
Açıklamada, "reggae müziğinin babası" olarak nitelendirilen Don Carlos’un festivalin en heyecan verici sanatçısı olacağına değinilerek, Don Carlos’un bugüne kadar 30’a yakın albüm çalışması yaptığı, yaklaşık 40 yıldır şarkılarını sevgi ve barış için söylediği ifade edildi.
Açıklamada, şöyle denildi:
"Yaşına rağmen sahne performansıyla izleyicileri büyüleyen Don Carlos şarkılarını söylemek ve enerjisini paylaşmak için Türkiye’ye geliyor. United In Paradise, Dub ve Ska gibi Karayip kökenli müzik türlerinin çalınmasının ötesinde, alışagelmiş kalıpları kırarak dinleyiciyle festival organizasyonu arasında doğrudan bir ilişki kurmayı amaçlıyor. Festivalde etkileyici sahne
performanslarının yanı sıra sanatın ve sporun değişik dallarında yapılacak etkinliklerle, gelen herkesin gerçek anlamda katılımcı olabilmesi hedefleniyor. Katılımcılığı teşvik etmek için herkese açık atölye çalışmaları, resim, fotoğraf, film gösterimleri, dans, perküsyon, ateş dansı ve jonglörlük gibi performans sanatlarına da yer verilecek. Kalıcı bir festival olmayı amaçlayan ’Unite In Paradise’, yapılmakta olan uluslararası tanıtımla tüm dünyada, özellikle de komşu ülkelerdeki reggae aşıkları için harika bir tatil fırsatı olarak Avrupa’daki eşdeğer festivaller arasında ön plana çıkıyor."

-JAMAİKA’DAN DÜNYAYA YAYILAN KÜLTÜR : REGGAE
Jamaika gettolarından çıkıp, dünyaya yayılan reggae, bir müzik tarzından daha çok yaşam tarzı, bir duruş, bir kültür olarak nitelendiriliyor. Reggae müziği inanç, aşk, barış, yoksulluk ve eşitsizlikler gibi temalar barındırıyor. Müziğin amacı, ulaştıkları yerlerde insanların toplumu yorumlamasını sağlayarak, yaşamın yansımalarını görmelerini, sistem ahlakı üzerinde düşünmelerini, tek sevginin mükemmelliğini anlatmak olarak da tanımlanıyor.

Göçebe Şarkılar, göç ediyor!

Göçebe Şarkılar, Literaturhaus Salzburg’un düzenlediği kitap fuarının kapanış konserini vermek üzere Salzburg’a gidiyor.
Şarkılarını göç etmenin bir yaşam biçimi olduğu veya göç etmek zorunda bırakılmış kültürlerden; Romanya, Macaristan çingenelerinden; Makedonya, Arnavutluk, Trakya kültürlerinden alan Göçebe Şarkılar, Literaturhaus Salzburg’un düzenlediği kitap fuarının kapanış konserini vermek üzere Salzburg’a gidiyor. 15 Mayıs Cuma günü 22:00′de yapılacak konserde sahne alacak grup Ayça Damgacı (vokal), Hakan Milli (vokal), İnci Sunar (gitar), Özge Metin (keman/vokal), Fatih Akman (bas/tuba), Ortaç Aydınoğlu (akordeon) ve İzzet Kızıl’dan (perküsyon) oluşuyor.

Tanıtım için bacağını dola boynuma

Quentin Tarantino yeni filminin dünya prömiyerini bugün başlayan Cannes Film Festivali'nde yapacak. Ünlü yönetmen Nazi dönemini anlatan filmin tanıtımı için seksi yıldız Diane Kruger ile artistik pozlar verdi.
Quentin Tarantino'nun destansı filmi 'İsimsiz Kahramanlar-Inglourious Basterds', Fransa'da görücüye çıkacak. Konusu Nazi işgali altındaki Fransa'da geçen ve başrolünü ünlü aktör Brad Pitt'in oynadığı film, bugün başlayan ve 24 Mayıs'a kadar sürecek olan Cannes Film Festivali'nde dünya prömiyerini gerçekleştirecek. Film Altın Palmiye için de yarışacak. Tarantino hayranları filmi merakla bekleye dursun; ünlü yönetmen filmin başrol yıldızı Diane Kruger ile tanıtım için objektiflerin karşısına geçti. Kruger'la cesur pozlar veren Tarantino, yeni filminin bu yılın en çok konuşulan filmlerinden birisi olacağını belirterek; "Bu savaş karşıtı bir film" dedi. Çekimleri Almanya'da yapılan 'İsimsiz Kahramanlar- Inglourious Basterds'in oyuncu kadrosunda Brad Pitt, Diane Kruger'ın yanı sıra; Melanie Laurent, Eli Roth, Samm Levine, Daniel Brühl, Christoph Waltz gibi isimler yer alıyor.
İŞBİRLİĞİ YAPTILAR
Filmin bir özelliği de Tarantino'nun; Oscar adayı kurgucu Sally Menke, Oscar ödüllü görüntü yönetmeni Bob Richardson ve prodüksiyon tasarımcısı David Wasco ile yeniden işbirliği yapmış olması.
Filmin konusu:
Alman işgali altındaki Fransa'da Shosanna Dreyfus (Melanie Laurent), ailesinin Nazi albayı Hans Landa (Christoph Waltz) tarafından katledilmesine tanık olur. Katliamdan kılpayı kurtulan Shosanna, Paris'e gider. Öte yandan Teğmen Aldo Raine'in (Brad Pitt) önderliğindeki bir grup Yahudi askeri, Avrupa'nın çeşitli noktalarında önceden belirlenmiş hedeflere yönelik intikam faaliyetlerine başlamıştır. Bu gruba gizli ajan Bridget Von Hammersmark da (Diane Kruger) katılır.

Lizbon İstanbul'a taşındı

Sabancı Müzesi, Portekiz'deki Calouste Gulbenkian Vakfı işbirliğiyle, 'Lizbon, Bir Başka Şehirden Hatıralar' başlıklı bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Sergide, 19. ve 20. yüzyıllarda yaşamış Portekizli sanatçıların eserleri yer alıyor.
Dün gerçekleştirilen basın toplantısına Sabancı Müzesi Müdürü Dr. Nazan Ölçer, Calouste Gulbenkian Müzesi Müdürü João Castel-Branco Pereira ve serginin küratörü Helena De Freitas katıldı. Portekizli sanatçıların çektiği fotoğraflar ve yaptıkları tablolar, İstanbul ve Lizbon'un birbirine ne kadar çok benzediğini gösteriyor. Sergi, 14 Temmuz'a kadar gezilebilir.

Altın Koza'da en iyi filme 250 bin TL ödül

16. Altın Koza Film Festivali'nin 'Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması'nda yarışacak filmler belli oldu. Erden Kıral'ın 'Vicdan', Pelin Esmer'in '11'e 10 Kala', Cemal Şan'ın 'Dilber'in Sekiz Günü', Ümit Ünal'ın 'Gölgesizler', Murat Düzgünoğlu'nun 'Hayatın Tuzu', Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan'ın 'İki Dil Bir Bavul', Aslı Özge'nin 'Köprüdekiler', Atalay Taşdiken'in 'Momo-Kızkardeşim', Yeşim Ustaoğlu'nun 'Pandora'nın Kutusu', Tayfun Pirselimoğlu'nun 'Pus', Semih Kaplanoğlu'nun 'Süt', Mahmut Fazıl Coşkun'un 'Uzak İhtimal' adlı filmleri Büyük Jüri önüne çıkacak.
'Deli Deli Olma', 'Devrim Arabaları' ve 'Ali'nin Sekiz Günü' ise 'Özel Gösterim Bölümü'nde festival programına alındı. 'Kara Köpekler Havlarken', 'İncir Çekirdeği', 'Gökten Üç Elma Düştü', 'Başka Semtin Çocukları', 'İki Çizgi' ve 'Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?' isimli filmlerine ise 'İlk Filmler' başlığıyla özel bir bölüm açılması önerildi. Festivalde en iyi filme 250 bin TL ödül verilecek. Ödüller 13 Haziran'da törenle sahiplerini bulacak.

12 Mayıs 2009 Salı

Figaro`nun Düğünü

TİYATRO KEDİ’den bir yaz oyunu geliyor…Mozart’ın ünlü “komik operası” na konu olan Figaro’nun Düğünü Bu kez TİYATRO KEDİ’ de oyun olarak sahneleniyor..
Hakan Altıner’in sahneye koyduğu bu yaz oyunu için dev bir kadro Tiyatro Kedi çatısı altında buluştu. Oyunun dekor ve kostüm tasarımını Türkan Kafadar, yapımcılığını ise İpek Kadılar Altıner üstlendi. İspanya’nın sıcak atmosferinde geçen bu klasik komedi için; Tiyatro Kedi’ye konuk olan Tiyatro Kare’nin sahibi Nedim Saban Kont rolünü üstlenirken Füsun Önal 12 yıl sonra Kontes rolüyle tiyatro sahnesine döndü. Figaro’yu Atılgan Gümüş’ün; Suzanne’ı Yeşim Alıç’ın, Cherubin’i Ergün Demir’in, Fanchette’i Eda Gülten’in, Basilio’yu Erez Ergin Köse’nin, Marceline’i Sanem İşler’in canlandırdığı komedi de, Tarık Papuccuoğlu ve Mehmet Ulay oyun boyunca süren çılgın dolaplara karışan doktoru ve hakimi oynuyorlar.

TİYATRO KEDİ’den bir yaz oyunu geliyor…
Mozart’ın ünlü “komik operası” na konu olan Figaro’nun Düğünü
Bu kez TİYATRO KEDİ’ de oyun olarak sahneleniyor..
Beaumarchais (Bomarşe) tarafından yazılan ve ilk kez 1784 yılında Paris’teki Odeon Tiyatrosu’nda perdesini açan, Figaro’nun Düğünü ikiyüz yılı aşkın bir süredir onlarca ülkede, yüzlerce tiyatroda, milyonlarca seyirciye ulaştı; kahkahası da, alkışı da hiç eksik olmadı. Çok gürültü koparan oyun, yazıldığı dönemde pek çok kez yasaklandı. Napolyon’un, 'Eserin içinde Fransız Devrimi`nin toplarını duymak mümkün' dediği oyunda aristokrasi eleştirisi mizahın içerisinde oldukça net görünmektedir.
Oyunun Konusu:
Nüfuzlu, Aristokrat Kont Almaviva’nın şatosunda uşak Figaro ile Hizmetçi Suzanne evlenme hazırlıkları içerisindedir. Kont Almaviva eski bir hak olan Beylik Hakkı’nı kullanarak Figaro’dan önce Suzanne’la beraber olmak niyetindedir ama bu niyetini saklar. Hatta bu haktan vaz geçtiğini ilan eder ama Suzanne ile birlikte olabilmek için de türlü dolaplar çevirmekten geri kalmaz. Durumu fark eden ve Kont’un sınıfsal üstünlüğünden çekinmeyen Figaro, Kontes, Suzanne ve Cherubin ile işbirliği yaparak Kont’u niyetinden vazgeçirmek için kolları sıvar. Hem Kont’un ilgisini karısına çekebilmek hem de Suzanne’dan vazgeçmesini sağlamak için bir dizi entrika da onlar hazırlar. Ancak Kont’un da arkası boş değildir. Doktor ve Hakim’in yanı sıra Marceline’de Figaro’ya karşı birleşmiştir. Aşk, ihanet, şüphe ve kavuşmalarla; sırlar, palavralar ve güç oyunları ile çılgın bir komediye dönüşen bu savaş sırasında Figaro ve Suzanne mutlu sona ulaşmak her yolu deneyecektir.

Salon: Haldun Dormen Tiyatrosu
Oynayanlar: NEDİM SABAN / FÜSUN ÖNAL ATILGAN GÜMÜŞ / YEŞİM ALIÇ / ERGÜN DEMİR TARIK PAPUÇÇUOĞLU / MEHMET ULAY EREZ ERGİN KÖSE / SANEM İŞLER / EDA GÜLTEN
6 Haziran Saat: 16:00 - 21:00
Adres: Ergenekon Cad. No:98 Pangaltı - İstanbul
Ücret: Tam: 45,00 TL, Öğrenci: 35,00 TL

Kadın Yönetmen Bargur'dan İki Belgesel

12. Uçan Süpürge Film Festivali, İki Filmiyle Festivale Katılan İsrailli Kadın Yönetmen Ayelet Bargur'u Konuk Etti. Genç Yönetmen Ayelet Bargur'un Festivalde İki Belgeseli Gösterildi.
12. Uçan Süpürge Film Festivali, iki filmiyle festivale katılan İsrailli Kadın Yönetmen Ayelet Bargur’u konuk etti. Genç yönetmen Ayelet Bargur’un festivalde iki belgeseli gösterildi.
’Ağustos Caddesi’ndeki Ev’ filminde yönetmen Berlin’de yaşamış olan kendi büyükbabasının halasını konu almış. 1930’larda yaşanan Yahudi soykırımı sırasında 100’den fazla çocuğu soykırımdan kurtaran Beate Berger’in azim ve sabırla örülmüş hikayesi belgeselin konusunu oluşturuyor. Dört yıllık bir çalışmanın ürünü olan belgesel 2007 yılında tamamlanmış. Filmin anlatıcıları o yıllarda 5-10 yaşlarındaki bakımevinde yetişen çocuklar. Belgeselin ana teması, şimdilerde 85-90 yaşına gelip sağ olanların anlattıkları... Son derece akıcı bir şekilde ele alınan belgesel, olayların yaşandığı mekanda çekilmiş.
Yönetmen’in ikinci filmi "Niyetlerin Ardında" ise, yakınlarını savaşta kaybeden İsrailli ve Filistinli ailelerin kurduğu Barış için Uzlaşma grubunu ve onların barışa yaklaşma niyetlerini anlatıyor.
Yönetmen Ayelet Bargur, 1969 yılında doğdu. 1996 yılında Tel Aviv’de 4 yıl süren film yönetmenliği eğitimi aldı. Şimdiye kadar 10 film çeken Bargur’un "A good place to be" adlı kısa filmi 1997 yılında Cannes Film Festivali’nde seçkiye girdi. Yönetmen her zaman kendi istediği, kurguladığı filmleri çekmekten hoşlandığını, sipariş film yapmadığını vurguluyor.

Sanat hırsızları yine iş başında

Hollanda'da bir müzeden 6 yağlı boya tablo çalındı. Yetkililer, saat 03.00'te müzenin acil çıkış kapısını açarak içeriye giren hırsızların, 17. ve 19. yüzyıldan kalma 6 tabloyu çaldığını açıkladı.
Polisin, alarm çalmaya başladıktan birkaç dakika sonra olay yerine intikal etmesine rağmen, hırsızların kaçmayı başardığı bildirildi.
IJsselstein Kent Müzesi yetkilileri, çalınan tabloların üçünün Jan van Goyen'e, diğerlerinin ise Pieter de Neyn, Willem Roelofs ve Adrianus van Everdingen'e ait olduğunu açıkladı. Hırsızların Salomon van Ruysdael ve Salomon Rombouts'a ait iki tabloya da zarar verdiği bildirildi.
Yetkililer, hırsızların fidye isteyebileceği gerekçesiyle tabloların ederi hakkında bilgi vermek istemedi. Van Goyen'e ait bir tablo, altı ay önce bir müzayedede 126 bin dolara satılmıştı.
Hollanda'da 10 gün önce de Salvador Dali'ye ait bir tablo silahlı bir soygunla çalınmıştı. Nüfusu 16 milyon olan Hollanda'da her yıl 30 milyon kişinin ziyaret ettiği binden fazla müze bulunuyor.

İmkansızlıklarla çekilen film Cannes'da

Dünyanın en önemli film festivalleri arasında yer alan ve milyon dolarlık bütçeli filmlerin yarıştığı Cannes Film Festivali'nde bu yıl, bir Türk öğrencinin çektiği ''Bir Kaplumbağa ile Tavşanın Hikayesi'' adlı kısa film de gösterime sunulacak.
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-Tv Bölümü 4. sınıf öğrencisi Abdulbaki Yavuz'un, senaryosunu yazıp, yönettiği kısa metrajlı film, yarın başlayacak olan Cannes Film Festivali'nin ''Short Film Corner'' bölümünde izlettirilecek.
Film, ayrıca yapımcılar ve kısa film koleksiyoncuları için festival tarafından satışa çıkarılacak.
Yavuz, filmde, masallarda anlatılan kaplumbağa ve tavşan arasındaki yarışı kaplumbağanın gözünden hayata uyarlayıp, daha modern şekilde anlatmaya çalıştığını söyledi.

4 BİN TL'LİK BÜTÇE...
Modern yaşam ile doğal yaşamın meteforik olarak karşılaştırıldığı filminin Cannes haricinde, yurt içi ve yurt dışında birçok festivale kabul edildiğini belirten Yavuz, ''Geçen yaz Çanakkale ve İstanbul'da, büyük maddi zorluklarla çekilen filmin en önemli özelliği, imkansızlıkların sadece kamera arkasında kalmasıdır. Filmi izlediğimizde büyük bütçelerle çekilmiş bir film zannediyoruz. Bunun nedeni ise çalışan insanların özverisidir. Filmde emeği geçen Müşfik Kenter, Sait Genay, Emre Şan ve Mert Oktan'a çok teşekkür ediyorum'' diye konuştu.
Abdulbaki Yavuz, filmini büyük zorluklar içinde yaklaşık 4 bin TL'lik bir bütçeyle çektiğini, ekonomik krizin henüz öğrenci olması nedeniyle kendisini çok daha fazla etkilediğini ifade ederek, projeleri için destek aradığını kaydetti.

Banderas özel dedektif oluyor

İspanyol oyuncu Antonio Banderas, yeni filmi ''The Big Bang''de kayıp striptiz yıldızının izini süren bir özel dedektifi canlandıracak.
Variety dergisindeki haberde, Tony Krantz'ın polisiye filminin çekimlerinin Eylül ayında başlayacağı belirtildi.
Antonio Banderas, bu yılın Oscar ödüllerinin süpüren ''Slumdog Millionaire'' filminin Hintli başrol oyuncusu Freida Pinto ile birlikte oynadığı, Woody Allen'ın yönettiği filmin çekimlerini yeni tamamladı.
Bu filmin ismi ise henüz sinemaseverlere açıklanmadı.

Broadway’i sarstı, sıra Bostancı’da

Broadway ve West End’de kapalı gişe oynamaya devam eden Avenue Q müzikali, başta Engin Alkan olmak üzere başarılı oyuncularıyla İstanbulluların kaçırmaması gereken bir gösteri
2003 yılında Broadway’de sahnelenmeye başlanan, 2005 senesinden bu yana başta Londra olmak üzere dünyanın önemli şehirlerinde seyirciyle buluşan, Broadway ve West End’de kapalı gişe oynamaya devam eden Avenue Q müzikali, İstanbul’da seyircisiyle buluşmaya devam ediyor. Başrollerini Emre Altuğ, Demet Tuncer, Volkan Severcan, Engin Alkan, Melis Sökmen, Cenk Sökmen, Ayumi Takano, Melda Gür ve Boğaçhan Sözmen’in paylaştığı müzikal, toplumsal olgulardan insanların dayanışma öykülerine dek birçok konuyu içinde barındırıyor. Robert Lopez ve Jeff Marx’ın yazdığı, Volkan Severcan’in yönettiği, Bora Severcan’in Türkçeye uyarladığı müzikal, Murat Kodallı direktörlüğündeki canlı orkestra eşliğinde sergileniyor.
Avenue Q, üniversiteden yeni mezun, henüz gerçek hayata gözlerini yeni açan Princeton adında bir gencin New York’a büyük hayaller ve küçük bir bütçe ile gelmesini anlatıyor. Ev ararken tüm Avenue’ları tarayan Princeton, kısa zamanda bütçesinin ancak Avenue Q’a yeteceğini keşfediyor. Komşuları; işsiz bir komedyen ile terapist nişanlısı, biri tembel ve diğeri muhafazakâr bankacı iki genç, internet bağımlısı canavar, bir yuva öğretmeni.... Çocuk yıldız Gary Colman ise Princton’tan sorumlu apartman görevlisidir. Princeton yeni arkadaşları ile birlikte iş bulmak, aşk ilişkileri ve yaşamın amacı gibi konularda çabalarını anlatırken, kendisini sokağın tam ortasında ilişkilerin çok samimi olduğu bir dünyanın içinde bulur.

Kuklalarla sunulan bir dünya
Avenue Q müzikalini Türkçeye uyarlayan Bora Severcan’ın metni olduğu gibi çevirmesi, müzikalin orijinal halini görmemiz açısından çok büyük önem taşıyor. Yöneten Volkan Severcan, gösterinin dramatik yapısını kuklalarla ön plana taşıyarak; metni daha bir teatral hava içerisinde yorumlaması da Avenue Q için çok önemli bir artı. Susam Sokağı‘nın vazgeçilmez kuklalarını anımsatan karakter resimleri, bazen oyuncuların da önüne geçebiliyor. Özellikle de Demet Tuncer’in ve Engin Alkan’ın profesyonel olarak kukla işini çözümlemeleri, diğer oyuncuların basite indirgemeci karakter analizlerini bizlere hissettirmiyor. Zaten Demet Tuncer’in Türk Tiyatrosu’nun vazgeçilmez müzikal oyuncusu olduğunu düşünürsek oyunun Kate Monster’in muhteşem bir elde hayat bulduğunu anlarız.
Princeton karakteri ile karşımıza çıkan Emre Altuğ izleyici için büyük bir soru işaretiydi. Emre Altuğ, elindeki kukla ile oynarken ciddi sorunlar yaşıyor. Özellikle de Demet Tuncer’in şahane yorumu karşısında çok zayıf kalıyor.

Muhteşem bir oyuncu; Engin Alkan
Engin Alkan’ın müzikal oyuncusu olamayacağını düşünerek oyunu seyredenler büyük bir şaşkınlık yaşadılar diyebilirim. Engin Alkan, müzikalin ana karakterlerini oynamıyor olsa da sahnedeki ritmiyle müzikalin en başarılı oyuncusu. Aşk ve gay olgularının tartışıldığı; kıskançlık ve birliktelik duygularının ön plana çıktığı yerlerde Engin Alkan’ın mükemmel oyunculuğu devreye giriyor. Boğaçhan Süzmez’in ve Ayumi Takano’nun oyunculukları ise çok zayıf. Sahnede ciddi anlamda düşünerek rollerini oynamalılar. Özellikle de Takano müzikal oyuncusu olamayacak kadar zayıf bir rol ortaya koyuyor. İzleyenler bunu rahatlıkla anlayabiliyorlar. Melda Gür, Bora Severcan ve Melis Sökmen hızlı giden konu içinde başarılılar.
Avenue Q müzikali, Demet Tuncer’in ve Emre Altuğ’un esas karakterleri oynadığı toplumsal bir aşk öyküsü. Arkadaşlık ilişkileri, hayaller ve yaşamın savurduğu insanların hayatları konunun ana unsurlarını oluşturuyor. Murat Kodallı’nın bazı anlardaki yanlış ritimlerini saymaz isek, West End’deki müziklerle eş değer bir gösteri var ortada. Volkan Severcan’ın başarılı yönetimi oyunculukların ön plana çıkmasını sağlıyor. Bu müzikal olağanüstü ışıkları ve muhteşem oyunculukları ile sezonun kaçmayacak bir gösterisi...

Türk edebiyatı Batı’da bilinmiyor

Okurlar Türk edebiyatının son dönemde Batı’nın gündeminde yer aldığını düşünüyor, ama yazarlar bunun tam aksini söylüyor
Orhan Pamuk Nobel’i aldı, Türkiye Frankfurt Kitap Fuarı’nın Onur Konuğu oldu, birçok yazarın eserleri diğer dillere çevrildi. Tüm bunlarla Türk edebiyatı daha tanınır hale geldi. Özellikle Pamuk’un Nobel’i almasından sonra Türk edebiyatına ilginin arttığı düşünülüyor ama madalyonun öteki yüzünde; Türk edebiyatının Batı’da tanınmadığı ve ilgi görmediği konusunda hemfikir olan yazar ve yayıncılar var. Türk edebiyatının gerçek anlamda Batı’ya açılıp açılmadığını, Batı’dan nasıl göründüğünü yazarlara sorduk.
Buket Uzuner: Kültürümüze önyargılı ve oryantalist bakış kadar, bizim kendi devletimizin de yazarlarımıza uzun zaman vatan haini gibi bakması, düşünce özgürlüğünün önündeki engeller ve daha pek çok sorun sıralanabilir. Bugün Türk edebiyatının Nobel kazanmış bir edebiyat olması en çok Türk dilinin yüksek edebiyat ve felsefe yapılabilecek kadar yetkin, zengin, köklü ve muhteşem bir dil olduğunu bilmeyen Batılılara anlatmış olmasıdır ki, kendimizi daha net ifade etmemize vesile olmaktadır. Bence Nobel en çok Türk dili açısından hayırlara vesile olmuştur, bunu bizzat katıldığım her uluslararası edebiyat toplantısında görmekteyim.
Cem Akaş: Türk edebiyatına son dönemde asıl ilgi duyan “Batı”, bizim en yakınımızdaki “Batı”, yani Doğu Avrupa. Bunun temel nedeni, Türkiye’deki telif hakları ajanslarının Anglosakson dünyaya kitap satmakta çok zorlanmaları. Dünyanın her yerinde ajans komisyonları yabancı telif satışlarında yüzde 20-25’ken, Türkiye’de yüzde 50’ye varan komisyonlar alan ajansların elinde rehin kalmış Türk yazarlarının bu durumu üzücü.
Peki neler okuyor Batı? Batılı okur için genelde bir Türk yazarının romanı, şu unsurlardan en az birini barındırmalı: a) yazar kadın olmalı, b) cinsel kimlik sorunları işlenmeli, c) etnik sorunlar işlenmeli, d) din sorunları/mistisizm işlenmeli.
Bunları içermeyen kitaplar da yayımlanıyor elbette, ama her birinin “özel durum” olarak açıklanması mümkün. Başka bir deyişle, Türkiye gazete ve televizyon haberlerine Batı’da nasıl yansıyorsa, romanların da bunları yansıtması yeğleniyor. Buradan hareketle, “yabancı turistlerin Türkiye’de başlarına gelenler” konulu romanlar olsa, bu dönemde iyi satacağı söylenebilir. Buna karşın, bizim “has edebiyat” olarak değerlendirdiğimiz, “oku - zevk al - unut” romanlarının dışında kalan romanları doğru dürüst bildikleri, okudukları söylenemez.
Müge İplikçi: Geçtiğimiz aylarda çağdaş İngiliz yazarların yapıtlarını ve dünya görüşlerini tartıştıkları bir toplantıya katıldım. Dünyanın çeşitli ülkelerinden katılan yazar, akademisyen ve yayıncılarla birlikte hem dünya edebiyatını hem de bu edebiyattaki ana akımları tartışabilme şansını yakaladım. Ancak sonuç bizler açısından pek de parlak değildi. Alman bir meslektaşım bana Türkiye’nin ne yazık ki dünya kitap piyasasının dışında olduğunu söyledi. Başka bir yayıncı ise Orhan Pamuk’tan başka bir yazarı piyasanın tanımadığını belirtti. Tartışılan “çağdaş konular içersinde” ırkçılığın dışında Türkiye’nin dahil edildiği hiçbir konu yoktu. Kitaplarımızın yabancı dillere çevrilmesi demek gerçekten dünya kitap piyasasına dahil edilmek, kendi sesimizi sınır ötesine taşımak anlamına mı geliyor; artık pek emin değilim. Dünyaya edebiyatımızı tanıtmak durumundayız.
Selim İleri: Her edebiyatın diğer bir edebiyata katkı sağladığını düşünüyorum. Ne Türkiye’de ne de Batı’da kendi değerlerimiz üzerine yatırım yapamıyoruz. Çünkü hep güncelle sınırlı kalıyoruz. Bir edebiyat kendi ülkesinde sınırlandırılıyorsa asıl değerleri nasıl hayat bulacak...
Nermin Mollaoğlu: Batı dediğimiz İngilizce konuşan canavar genel olarak çeviri yapmakla çok ilgilenmiyor. Türkçeden diğer dillere çeviri yapabilecek çevirmen, redaktör çok az, bunun üzerine yetersiz ya da kötü tanıtım eklenince Türk edebiyatının durumu çok iç acıcı değil. Bu canavar var diye üzülmek, şikâyet etmektense, çalışmak, lobi çalışması yapmak, yabancının tembelliğini bilip ona göre hazırlanmak, İstanbul Kitap Fuarı’nı daha etkin hale getirmek gerekiyor.

Sanatın kötü çocuğu uslanıyor

Bir kafatasını paha biçilmez elmaslarla süsledi o. Hatta tartışılan ve “sanat” olarak adlandırılmayacak yapıtlar üretti. Hem sanat dünyasının en zengin sanatçısı, hem de kötü çocuğu oldu. Şimdiye kadar her yaptığı ile sanat izleyicisini şaşırtan Damien Hirst, bunu bir kere daha başardı. Ama bu kez daha farklı bir şekilde...
Damien Hirst, yağlı boya tablolardan oluşan yeni bir koleksiyon hazırlamak için fırçayı eline aldı ve kollar sıvadı. Üstelik gözü yükseklerde olan Hirst, sergisini Titian, Rembrandt ve Velazquez gibi ustaların eserlerinin bulunduğu, Londra’daki Wallace Collection’da açacak. Çağdaş sanatın ünlü ismi, böylece kendini ciddi bir ressam olarak kanıtlamayı amaçlıyor. Hirst, Lucian Freud’dan sonra Wallace Collection’da sergi açmış ilk yaşayan sanatçı olacak. Freud, sergisini 2004 yılında açmıştı. Eserleri daha çok Londra’daki White Cube ve New York’taki Gagosian gibi modern sanat galerilerinde sergilenen Hirst, bu kez yapıtlarının geçmişle derinden bir bağ taşıdığını söylüyor ve onları oldukça geleneksel bir şekilde sergilemeyi amaçlıyor. Hirst eserleri ve sergisi ile ilgili “Yeni tablolarımı burada sergilemeyi seçtim çünkü onların bir aile koleksiyonu olması gerçeğini seviyorum. Yeni eserlerimin bir şekilde diğer dönemlerden kalan eserlere yakın bir duruşları var” diyor. Geçmişten farklı olarak Hirst, bu kez tablolarını asistanlarının yardımı olmadan tamamen tek başına yapmış. Zengin sanatçının noktalı resimlerinin büyük bölümü, Hirst imzası taşısa da asistanlarının elinden çıkmıştı.
Damien Hirst’ün yeni koleksiyonu 25 tablodan oluşuyor ve The Blur Paintings adını taşıyor. Koleksiyonda Hirst’ün iki adet oto-portresi ve en sevdiği motiflerin başında geçen kuru kafalar da bulunuyor. Sergi ekim ayında ziyaretçilere açılacak.

Woody Allen operaya da el attı

Los Angeles’ta Giacomo Puccini’nin ünlü operası Gianni Schicchi‘yi sahneleme teklifini kabul eden Woody Allen’ın kafası oldukça karışık, çünkü bir operayı nasıl yöneteciğini bilmediğini söylüyor. Konu hakkında “Bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum...” diyen Woody Allen böylece opera sanatına da el atmış oldu
Operaseverlerin özellikle sopranolar için yazılmış O Mio Babbino Caro isimli aryayla tanıdığı Gianni Schicchi operası, İtalya’nın Spoleto kentinde düzenlenecek The Worlds festivalinin açılışında sahnelenecek. Organizatörler, yılda bir düzenlenen ve temelleri İtalyan besteci Gian Carlo Menotti tarafından atılan müzik, dans ve sanat festivalinin 26 haziranda başlayacağını söylüyorlar. Festivale katılanlar ibrettosu Dante’nin İlahi Komedya adlı eserinden Giovacchino Forzano tarafından uyarlanan, Gianni Schicchi operasını, Woody Allen’ın yorumuyla izleme şansına sahip olacaklar. Gianni Schicchi operası genel anlamda Dante’nin İlahi Komedyası’nda yer verdiği Inferno karakteri üzerine kurulu.
Festival kapsamında, Samuel Beckett’ın Krapp’s Last Tape adlı oyunu da Robert Wilson’ın oyunculuğu ve direktörlüğünde sahnelenecek.

Üç kitaba dava

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, ünlü yazar ve şair Guillaume Apollinaire’in kitabının da aralarında bulunduğu 3 eser hakkında müstehcenlik suçlamasıyla dava açtı.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Sel Yayıncılık’ın Cinsel Kitaplar dizisi kapsamında yayımladığı Ben Mila’nın “Perinin Sarkacı”, Guillaume Apollinaire’in “Genç Bir Don Juan’ın Maceraları”, Fransız P.V.’nin yayıma hazırladığı “Görgülü ve Bilgili Bir Burjuva Kadınının Mektupları” hakkında dava açtı.
Savcılık, Sel Yayıncılık’ın yayımladığı üç kitap ile Juan Manuel de Prada’nın “Kukular Kitabı” kitapları hakkında soruşturma başlattı.
Soruşturma, TCK’nın müstehcenlik başlıklı 226. maddesine dayandırıldı. Sözkonusu maddenin 7. fıkrası, sanatsal ve edebi değeri olan eserlerin müstehcenlikten yargılanamayacağını belirtiyor.
Kitapların edebi değerine dair bilirkişi değerlendirilmesine başvuruldu ve “Kukular Kitabı” edebi eser olarak kabul edilirken diğer üç kitap hakkında İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Davada Sel Yayıncılık’ın sahibi İrfan Sancı ile kitapların çevirmeni İsmail Yerguz yargılanacak.
Sancı, bilirkişilerin İstanbul Ticaret Üniversitesi öğretim üyeleri olduğunu belirterek, “Yayınevi olarak kesinlikle kitapların birilerine sorularak edebi mi, değil mi diye değerlendirilmesine karşıyız. Birilerinin bilirkişi sıfatıyla ‘Edebiyat eseri değildir’ demesiyle dünyaca ünlü şair, yazar Guillaume Apollinaire porno yazarı mı olacak?” dedi.
Sancı; hazırlıkları tamamlanan Monique Ayoun’un “Memelerimin Tarihi” ve Louis Aragon’un “Irene’inki” adlı kitaplarının basımını durdurduğunu açıkladı.
Sel Yayıncılık’ın daha önceki yıllarda yayımladığı “Elma” (Enis Batur), “Pazar Sevişgenleri” (Metin Üstündağ), “Pusudaki Ten” (Mehmet Ergüven) ve “Pamuk Prenses’in Ölümü” (Jeanne Cordelier) adlı kitapları hakkında da müstehcen oldukları gerekçesiyle dava açılmış, kitaplar toplatılmış ve davalar beraatle sonuçlanmıştı.

Soderbergh filminde bir porno yıldızı

Soderbergh Sex, Lies and Videotape'ten 20 yıl sonra 'The Girlfriend Experience' ('Kız arkadaş Deneyimi') ile bir kez daha seks ve yakınlık mevzularına eğiliyor
Soderbergh’in aşk, yakınlık ve seksin arasındaki mesafe ve insanların bu mesafeyi örtbas etmek için söylemek zorunda kaldığı yalanları anlatan ‘Sex, Lies and Videotape’ten 20 yıl sonra ‘The Girlfriend Experience’ (‘Kız arkadaş Deneyimi’) ile bir kez daha seks ve yakınlık mevzularına eğiliyor.
Yalnızca 1.7 milyon dolar’a mal olan ve 16 günde çekilen filmin en büyük ‘olayı’ ise filmde bir eskort kızı canlandıran, başrol oyuncusu Sasha Grey. Kendisine bakılırsa 21 yaşında, dünyanın en ünlü porno yıldızı, bir entelektüel, fotoğrafçı, müzisyen ve kim bilir daha neler neler... Soderbergh, Grey’i seçiş sebebini ise “Aynı canlandırdığı karakter gibi Sasha da seks ve seks fantezileri satarak hayatını kazanıyor, hem de oldukça iyi bir hayat,” diye açıklıyor.

Antonioni ve Baudrillard hayranı
Grey bu ‘erişkin eğlencesi’ dünyasına 18 yaşında adım atmış ve 150 porno filmde oynamış. Onu bu kadar ünlü yapan ise elbette ki sıradan porno filmler değil. “Her türlü cinsel sapkınlığa açım” diye konuşan bir ‘yıldız’ Sasha Grey. Ancak bir seks sembolü olarak sefalet içinde ölmemekte kararlı. Onu Lee ‘Scratch’ Perry’nin reggae parçası için Moby’yle beraber vokal yaparken ya da American Apparel’in mankeni olarak görebiliyorsunuz. Myspace sayfasında sevdiği yönetmenler arasında Antonioni, Bertolucci, Lars Von Trier, yazarlar arasında Burroughs, Yeats, Baudrillard ve Nietzsche’yi görmek mümkün.
“Entelektüel duruşu olan bir seks sembolü olarak kötüleniyorum ama bunu dert etmiyorum. Kurbanlaştırılmış porno yıldızları ve kadınların zamanı geçiyor. Ben yeni nesli temsil ediyorum,” diyen Grey, kadınların özgürlüğüne hizmet ettiğini savunuyor.
‘The Girlfriend Experience’ bu yıl Sundance’te gösterildikten sonra artık en havalı film festivali olarak bilinen Tribeca’da da izleyici karşısına çıktı ve gayet beğenildi.

Anadolu Ateşi, yeni versiyonu “Evolution” ile Münih’te

Anadolu Ateşi yeni versiyonu, “Anadolu Ateşi-Evolution” ile Münih Deutsche Theater’de seyirci karşısına çıkacak.
Topluluğun Genel Sanat Yönetmeni Mustafa Erdoğan, Anadolu Ateşi’nin kendisini sürekli yenilediğini belirterek, “Almanya seyircisi daha önce hiç izlemediği çok değişmiş çok daha zenginleşmiş bir Anadolu Ateşi izleyecek, yeni eklenen semahlar, Kafkas dansları, dinsel törenler ve roman dansları gösteriyi çok daha renkli kılıyor” dedi.
Münih kentinde geçen yılın Aralık ayında gösteriler yapan Anadolu Ateşi, gelen yoğun talep üzerine 12-24 Mayıs tarihleri arasında Deutsche Theater’de gösteriler yaparak, binlerce sanatsevere unutulmaz anlar yaşatacak. Erdoğan, gösterilerin yapılacağı Deutsche Theater’de bugün yaptığı basın toplantısında, “Anadolu Ateşi, sürekli kendini yenileyen bir topluluktur” dedi.
Aynı zamanda ekibi ile birlikte gösterilerden örnekler sunan Erdoğan, Almanya Münih Deutches Theater’da grubun klasik Anadolu Ateşi gösterisi değil, “Fire of Anatolia–Evolution” (Anadolu Ateşi;Değişim) adıyla yeni versiyonunu oynayacağını belirtti. Erdoğan, yenilikler hakkında şu bilgileri verdi:

SEMAHLAR
“EVOLUTION gösterisinde dünyanın en iyi sahnelerinde gerçekleştirilen 2000 gösterinin verdiği deneyimle yenilikler yapılmıştır. Anadolu kültür tarihinin en önemli zenginliklerinden olan Semahlar gösteriye eklenmiştir. Anadolu’nun tüm semah karakterlerinden Anadolu Ateşi yorumuyla yeni bir kolaj yapılarak Semahlar yeniden yorumlanmıştır. Semah’ın hümanist içeriğiyle Mevlana’nın hoşgörü felsefesinin bir yansıması olan Sema gösterisi birleştirilerek bir ilke de imza atılmıştır.”

KAFKAS DANSLARI
“EVOLUTION gösterisinde yeni Kafkas dansları da kullanılmıştır. Kafkasya’da yaşayan halkların görkemli kültür zenginliği hem Kafkas şarkılarıyla hem de Kafkas danslarıyla gösteriye eklenmiştir. Dağıstan, Abhazya, Gürcistan, Osetya ve Alan danslarından yapılan bir kolajla gösteri zenginleştirilmiştir.”

ROMAN DANSLARI
“Roman kültürü ve çingene dansları Anadolu Ateşi EVOLUTION gösterisinde önemli bir yer tutmaktadır. Dünyanın hemen her bölgesinde dansa ve müziğe tutkuyla bağlı olan bu halkın kültürü, EVOLUTION gösterisinde kendini kendi diliyle ifade etmiştir.”

Lorin Maazel büyüsüne hazır olun!

Dünyaca ünlü şef Lorin Maazel, Cemal Reşit Rey (CRR) Genel Sanat Yönetmenliği’nce 18 Mayısta gerçekleştirilecek konseri yönetmek amacıyla İstanbul’a gelecek.
Konuyla ilgili yapılan yazılı açıklamada, müzik yaşamı boyunca en az 5 bin opera ve konser programı gerçekleştiren, Beethoven, Brahms, Debussy, Mahler, Schubert, Çaykovski, Rachmaninoff ve Richard Strauss’un senfonik serileri ve tüm orkestra çalışmaları dahil olmak üzere 300’ün üstünde kayıt yapan Maazel’in, CRR Genel Sanat Yönetmenliği’nce gerçekleştirilecek konseri yönetmek üzere İstanbul’a geleceği belirtildi.
Efsanevi şef Arturo Toscanini’nin adına kurulan ve Amerika’nın en büyük orkestralarından gelen konuk sanatçıların oluşturduğu 100 kişilik Symphonica Toscanini’yi yönetecek Maazel’in, 18 Mayısta İstanbul’da olacağı kaydedilen açıklamada, konser biletlerinin 42 ve 51 TL olduğu bildirildi.

Clicky Web Analytics