11 Nisan 2009 Cumartesi

Zombistan çıktı

Rodeo Albümler Dizisi'nin ikinci, Studio Rodeo'nun ise ilk kitabı, bugünden itibaren dağıtımda! İkinci RAD kitabı için raflarda yer açın! Genç çizgi roman yaratıcısı Cem Özüduru'nun imzasını taşıyan Zombistan, bugünden itibaren iki kapak alternatifiyle dağıtıma giriyor.
Önümüzdeki haftalarda çok sayıda noktadan temin edilebilecek olan yayını, 10 Nisan akşamından itibaren Kertenpelex sitesindende sipariş edebilirsiniz.

Zombistan'a dair kapsamlı bilgiyi, hem de sık güncellemelerle, her daim zombistan.com adresinde bulacaksınız.

Yayınla bağlantılı haberler ise, rodeostrip.com'da karşınıza çıkacak.

İzmir Kitap Fuarı yaklaşıyor

İzmir Kitap Fuarı, bu sene 18-26 Nisan tarihleri arasında Uluslararası İzmir Fuar Alanı`nda düzenlenecek. Bu sene yazar Tarık Dursun K.`nın onur konuğu olarak katılacağı fuarda 300 yayınevi ve sivil toplum kuruluşu yer alacak.

TÜYAP ve Türkiye Yayıncılar Birliği`nin ortak düzenledikleri fuarda 142 etkinlik düzenlenecek, etkinliklerde Tarık Dursun K., İlber Ortaylı, Ataol Behramoğlu, Füruzan, Server Tanilli, Üstün Dökmen, Banu Avar, Nihat Behram, Ahmet Telli, Ercan Karakaş, Feyza Hepçilingirler, Kemal Özer, Namık Kuyumcu, Hayri K. Yetik, Yüksel Pazarkaya, Sevgi Özel, Deniz Kavukçuoğlu, Deniz Som, Erdal Sarızeybek, Erol Manisalı gibi yazarlar yer alacak.

TÜYAP`tan yapılan açıklamada, `14. İzmir Kitap Fuarı kapsamında TÜYAP Çocuk Kulübü bünyesinde söyleşi, okuma saati, atölye çalışmaları, gösteriler ve tiyatro oyunları gibi 20`ye yakın kültür ve edebiyat etkinliği düzenlenecektir. TÜYAP Çocuk Kulübü 23 Nisan Çocuk Şenliği, 22-23 ve 24 Nisan 2009 tarihleri arasında düzenlenecektir` denildi.

Engellere rağmen “İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali” Kasım’da sahnede!

İki yüzden fazla Türk eserinin telif haklarını satan ve Koreceden İngilizceye, Rusçadan Katalancaya birçok dilde Türk edebiyatının okunmasını sağlayan Kalem Ajans’tan edebiyatseverlere güzel haberler var.
İstanbul gibi kültür ve sanatın her alanında çok önemli, büyük ve uluslararası etkinliklerin gerçekleştiği bir metropolde edebiyat festivalinin zamanının geldiğini düşündük.
Frankfurt’ta yeni konuk ülke olmuştuk ve bir yazarımız da Nobel almıştı. Artık tempoyu artırmalı, edebiyatın dışa açılımını kitlesel boyutlara taşımalıydık.
Bu düşünceyle, İstanbul, edebiyat, şehir, zaman derken, festivalin adı da ortaya çıkıverdi: İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali.
Konuyu burada isimlerini sayarsak eksik kalabilecekler açısından üzüntü yaratma riskini göze alamadığımız sayıda edebiyatçımızla, edebiyat araştırmacımızla paylaştık. Ne güzel ki, tüm tepkiler olumluydu. Hiçbir karşılık beklemeden danışma kurulunda yer alan isimler de, uluslararası ilişkilerini hiç tereddütsüz seferber edenler de yolumuzu açtı.
İstanbul’daki yabancı kültür kuruluşlarıyla konuyu paylaştık, 30 ülkeden 100′e yakın yazarın İstanbul’da okurla buluşma olanağının yolu açılıverdi. Ne acı ki, turizmi geliştirmek için büyük bütçeler ayıran ilgili bakanlığın Türkiye’nin ilk uluslararası edebiyat festivali için yeterli bütçesi yokmuş. Kitap alırken kullandığımız o kredi kartlarını veren bankalarımızın da edebiyata ayıracak paraları yoktu.
Görüşmeye bile gerek duymadan projemizi desteklemeyi reddeden, her gün çikolatasını yediğimiz, buzdolabını kullandığımız, arabasına bindiğimiz kocaman şirketlerle olumsuz geçen toplantılardan sonra çok üzüldük ama yılmadık. Uluslararası kuruluşlar ve ajanslar işe katıldı. Her şey büyük bir mutluluk kaynağıyla gelişti.
Elbette konuyu, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’na da taşıdık, böyle bir işin ilki kuşkusuz bu kapsamda yapılmalıydı. Üstelik tüm kamu kurumları kendi bütçeleri olmadığı gerekçesiyle oraya yönlendiriyordu.
Ama ne yazık ki, aradan geçen aylar boyunca hiçbir tepki alamadık. Sözlü olarak kimi koşullar iletildi, ama işin özüne uymuyordu, yine de değerlendirip geliştirerek yol alalım dedik, yine hiçbir ses çıkmadı.
En son bu hafta başında konuyla ilgili yaklaşımlarını öğrenmek üzere ilgili bölüm yönetmenine yazdık, yine ses çıkmadı.
Şimdi, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı olanaklarıyla çok güçlü biçimde gerçekleşebilecek festivali belki biraz daha mütevazı ama mutlaka yapacağız.
Kasımda, İstanbul’un kitapla yatıp kitapla kalktığı günlerde, Beyoğlu’ndan Beylikdüzü’ne bir edebiyat çizgisi çekeceğiz, 100′e yakın konuk yazarla ve çok sayıda araştırmacımızla İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali’nde buluşmak üzere.
Sahne edebiyatın!
Sahne bizim!
İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali
www.itef.com.tr
www.istanbultanpinaredebiyatfestivali.com/

ABD elle yazılıp çizilen gazeteyi konuşuyor

ABD'nin Louisville kentinde yayınlanan bir gazete, hem birinci sayfasıyla hem de o sayfayı yapan Türk sanatçıyla New York Times'a haber oldu. Habere göre, dün The Courier-Journal alan okuyucular bugüne kadar görmedikleri türde bir birinci sayfayla karşı karşıya kaldı.
Çünkü gazetenin birinci sayfası, yazılardan fotoğraflara ve gazetenin adından hava durumu tablosuna kadar tamamen Türk sanatçı Serkan Özkaya tarafından elle yazıldı ve çizildi.
New York Times'a göre, ABD'de yaşayan Türk sanatçı Serkan Özkaya daha önce de dünyanın çeşitli bölgelerinde bu tür çalışmalar yaptı. Özkaya'nın tablo gibi çalışarak çıkardığı gazeteler arasında Radikal ve New York Times da bulunuyor.
Özkaya, yaptığı sanata “sanatsal kitlesel üretimi" adını veriyor. New York Times'a göre, gazete sayfası üzerinden yüzbinlere ulaşan son çalışmanın sponsorluğunu, Luisville'de yaşayan Steve Wilson ve Laura Lee Brown adlı milyoner koleksiyoncular yaptı.

Özkaya, bir sonraki çalışmasını da New York'ta Park Avenue'da gerçekleştirecek.

10 Nisan 2009 Cuma

Okuyucu tavlayan kapaklar

New York Times eleştirmeni Joseph Sullivan, Benim Adım Kırmızı'nın kapak tasarımını değerlendirdi.
Kitap, kapağının ardında başka bir dünyayı saklar; kapak tasarımı okuyucuyu tavlamanın kestirme yollarındandır. Kapaklarıyla öne çıkan kitaplar, Türkiye'deki kapak tasarımları ve New York Times eleştirmeninin bize özel yorumları.....
Konusunu bilmediğiniz bir kitapta sizi ilk kendine çeken unsur ya kapağı ya da yazarı olur. İlginç, diğerleri arasından sıyrılan kapaklar okuyucunun elinde ilk sırada yer bulur kendine. Bu yüzden kitabı satan biraz da kapağıdır. Birçok kitabın farklı baskıları olduğu için kapak tasarımları da zaman içinde farklılaşmaya başlar. Seneler önce okuduğunuz bir kitabın kapağındaki resim/desenle herhangi bir kitapçıda karşılaşma ihtimaliniz oldukça düşüktür...
Kitap tasarımına en çok titizlenen yayınevlerinden biri olan ve hayatını Birleşik Krallık'ta sürdüren White's Books, bir süre önce Birleşik Krallık'ın köklü yayınevlerinden Penguin Books'un eski tasarımcısı David Pearson'ın girişimiyle, en sevilen klasikler arasına girmeyi başarmış kitapları yeni tasarımlarıyla bastı. Bu tasarımlar David Pearson, Louis Vuitton için tasarımcı olarak çalışan Petra Borner, daha çok Radiohead için tasarladığı albüm kapaklarıyla tanınan Stanley Donwood ve The Times ve Monocle için illüstrasyon yapan Joe McLaren'in ellerinden çıktı. Kitaplar arasında Soneler ve Şiirler (Shakespeare), Hazine Adası (Robert Louis Stevenson) ve Jane Eyre (Charlotte Bronte) bulunuyor. 19 pound'dan satışa sunulan bu kitaplar koleksiyonerler ve kitapseverler için kütüphanelerini güzelleştirecek unsurlar olabilir. www.amazon.co.uk'den bu kitapları sipariş etmeniz mümkün. Alışveriş sitesindeki indirimden yararlanmanız da cabası...
Fikirlerine danışmayı başardığımız New York Times kitap tasarımı eleştirmeni Joseph Sullivan'a* White's Books'un yeni kitap tasarımlarını nasıl bulduğunu sorduk: "Kesinlikle muhteşemler. Genellikle tasarımın kitabın arka kapağına kadar devam etmesi alışılagelmiş bir durum değildir ama sanırım bu, kitapların klasik edebiyat örnekleri oluşundan ve bu yüzden de pazarlama laflarına gerek duyulmamasından kaynaklanıyor." Hazır yakalamışken Sullivan'dan Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk'un Benim Adım Kırmızı kitabının Hakkı Mısırlıoğlu imzalı kapağı hakkında yorumda bulunmasını da rica ettik: "Kitabın kapağı oldukça hoş gözüküyor. Kapaktaki büyük siyah-beyaz kadın görüntüsü dışında her şey tarihi. Ama kitapta güncel olaylardan da bahsediliyorsa, geçmiş ve bugünün güzel bir karışımı yansıtılmış kapağa."

KAPAK OKUYUCUYA FISILDAR
Türkiye'deki kitap kapağı tasarımlarını yurtdışındakilerle kıyaslamak 'haksız rekabete' girse de ülkemizde de Mengü Ertel, Mehmet Ulusel, Bülent Erkmen, Nazlı Ongan, Sadık Karamustafa ve Hakkı Mısırlıoğlu gibi, kitap kapağı tasarımlarıyla öne çıkan isimleri göz ardı etmemek gerekiyor. Kitap kapağı tasarımının ödüllü genç kuşak temsilcilerinden Utku Lomlu, "Tasarımcı kapağı tasarlarken, okuyucunun kulağına bir şey fısıldar. Bu, yazarın yazdığının dışında, ondan daha farklı ya da daha fazla bir şey olmamalı. Kitabın kapağında söylediğiniz şey bu anlamda çok önemli," diyor. Everest Yayınları'nda sanat yönetmeni olarak çalışan Lomlu, "Türkiye, kitap kapağı tasarımı konusunda nerede?" sorusunu ise şöyle yanıtlıyor: "Türkiye'de hem yayınevlerinin hem de okuyucunun gözünde oturmuş bir kitap kapağı şablonu vardı. Resmi al, belli bir çerçevede yazarın ve kitap adının altına yerleştir, oldu bitti. Bu, zamanla aşıldı. Yayınevleri, kimisi biraz satış kaygısıyla olsa da, kitabın kapağına ve tasarımcısına daha fazla özen göstermeye başladı."
Yaptığı kitap kapağı tasarımlarıyla dikkat çeken isimlerden biri de Raul Mansur. Dost Kitabevi için tasarımlar yapan Mansur, "Grafik sanatlarda 'etki' en çok istenen, en kestirme sonuçtur. Çarpıcı bir afiş amacına ulaşmıştır. Dahiyane bir buluş o afişi tasarlayanı öne çıkarabilir. Bunu bir kapak tasarımı için söylemek beni üzüyor, kitap bir anda iki boyutlu bir yüzeye indirgeniyor. Oysa onu yazanın ve yayınlayanın bir 'söz'ü var, iyi bir tasarım bu sözü okuruna iletebilmenin yolunu bulabilen tasarımdır. İyi kapak merak uyandırabilmeli, bu her zaman güzel olmayabilir, ama adildir. Zaten adını, yazarının adını ve yayıncısının logosunu gören okur önce onu ele almalı ve arkasını çevirmeli, tanıtım yazısını okumalı, kitabın sayfalarını şöyle bir karıştırmalı -yani kitabın içi, künye sayfası, sayfa düzeni, yazı karakteri, okunabilirliği de çok önemli. Olay, sadece kapak tasarımı değil kitabın tamamının tasarımı!" diyor.

Tasarımda göze çarpanlar
Çöpten gelen çöpe gitmez Pet şişeler onun elinde yeni hayatlarına ilk adımı atıyor. Gülnur Özdağlar Güvenç, çöpten takı, aksesuar, ev eşyası yapmak için pet şişeleri toplayıp, kesip, ısıtıp, eritip, delip, yeniden biçimlendiriyor. Güvenç, birer sanat objesine dönüştürdüğü pet şişeleri http://gulguvenc.blogspot.com'da sergiliyor. Mücevher, kâse ve avizeler karşınıza çıkacak tasarımlar arasında. Canlı renkleri ve saydamlığıyla cezbedici görüntüye sahip bu tasarımları www.gulguvenc.etsy.com adresinden satın almanız mümkün. Fiyatlar 9-225 dolar arasında değişiyor.

Bu masa 'vraklıyor'!
Hollandalı tasarımcı Hella Jongerius, devasa hayvan figürlerinden oluşan son çalışmalarını Paris'teki Galerie Kreo'da sergiliyor. Kurbağa, kaplumbağa ve salyangoz figürlerinden oluşan masa ve vazo tasarımları sadece sekizer adet

İstanbul emin ellere teslim

2010 projelerinden Istanbul On My Mind filmi için aralarında Pedro Almodovar, Wim Wenders, David Lynch ve Inarritu'nun bulunduğu 19 sıkı sinemacı İstanbul'a davet edilecek.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projeleri arasında yer alan, Emrah Yücel'in koordine ettiği, Istanbul On My Mind filmi ile ilgili detaylar belli olmaya başladı. İstanbul üzerine uluslararası alanda başarılı yönetmenlerin çekeceği kısa filmlerden oluşması planlanan filmde çalışılacak yönetmenler ve filmin bütçesi belirlendi. Yücel'in http://2010istanbulfilmi.blogs pot.com/ sitesinde yaptığı açıklamaya göre İstanbul filminde çalışması düşünülen yönetmenler şöyle: Wim Wenders, Werner Herzog, Guillermo Arriaga, Alejandro Gonzales Inarritu, Lars von Trier, Lukas Moodysson, Samira Makhmalbaf, Timur Bekmambetov, Jonathan Glazer, Mike Leigh, Alan Parker, David Lynch, Spike Lee, Kimberly Peirce, Stuart Townsend, Pedro Almodovar, Takeshi Kitano, Tsai Ming Liang ve Wong Kar Wai. Yücel listede bulunan yönetmenlerin bir kısmı ile görüşüldüğünü ve onay alındığını, bir kısmının da ajanslarıyla ön görüşmeler yapıldığını ve bekleme sürecinde olduğunu belirtiyor. Bazı yönetmenlerle ise şimdilik iletişime geçilmemiş.

BÜTÇESİ 18 MİLYON $
18 milyon dolarlık bütçesi bulunan filmde yönetmenlerin çekecekleri kısa filmlere İstanbul'un belirli semtleri de önerilecek. Bu semtler Haliç'ten Beyoğlu'na Kadıköy'den Beyazıt'a ve Nişantaşı'ndan Levent'e farklılık gösteriyor. Filmin, temel olarak daha önce dünyanın önemli kentlerini gündeme getiren New York Stories, Paris I Love You, Night On Earth ve Tokyo! gibi yapımlar ayarında olması hedefleniyor. Bunun için de bu filmlerin yapım koşulları dikkate alınararak Istanbul On My Mind çekilecek. Yücel filmle ilgili açıklamasında "Bu projenin bir benzeri olan Paris, Je Taime filminin prodüksyon bütçesi 14 milyon dolar. Aynı şekilde geçtiğimiz yıl çekilen ve önümüzdeki aylarda vizyona girecek olan New York I Love You filminin bütçesi 17 milyon dolar. Bütün bunların ışığında Istanbul On My Mind projemizin bütçesi ise 18 milyon dolar. Bu bütçe İstanbul'un New York ve Paris'e kıyasla uzaklığı ve kalan sürenin kısalığı göz önüne alınarak değerlendirilmelidir. Bu tip projeler iki yıl gibi bir sürede üretilirken biz bu projeyi nerede ise bir yıl içerisinde tamamlamak zorundayız," diyor.

BİR İLK OLACAK
İstanbul 2010 AKB Ajansı'nın projeye 9 milyon dolar vererek yatırımcı olacağını belirten Yücel, bütçenin diğer yarısını da Amerika'dan dağıtımcılar, yatırımcılar ve bankalar aracılığıyla ile tamamlanacağını ifade ediyor. Yücel açıklamasında "Projenin tek finans kaynağı İstanbul 2010 Ajansı değil. Bu bir ortak girişim. Bu yatırım bize bir defada değil projenin oluşum süreci içerisinde aşamalı olarak aktarılacaktır. Şu aşamada yapılmış herhangi bir ödeme yoktur," ibaresini de ekliyor. Yücel filmin bir ilk olacağının altını çiziyor: "Bu film bu anlamda bir ilke imza atacak. Uluslararası piyasada dolaşan, insanların izleyeceği, dünya yönetmenlerinin dilinden İstanbul'umuzun anlatıldığı bir film olacak."

Necatigil Şiir Ödülü Erdal Alova'nın

Necatigil Şiir Ödülü'nün bu yılki sahibi, Toplu Şiirler (2008-1973) kitabıyla Erdal Alova oldu. Doğan Hızlan'ın başkanlığında toplanan Seçiciler Kurulu'nun ödül gerekçesinde "Erdal Alova'nın Toplu Şiirler'i, şiirin evrensel algısını zenginleştiren öncü yaklaşımı, şiirlerinde Türk şiirinin geçirdiği evrimi özümleyen bilgisi ve yenilikçi tutumu nedeniyle 2009 Necatigil Şiir Ödülü'ne değer bulunmuştur." denildi.
2009 yılı Seçiciler Kurulu Füsun Akatlı, Cevat Çapan, Haydar Ergülen, Doğan Hızlan, Mehmet Taner, Tahsin Yücel ve Ayşe Sarısayın'dan oluşuyordu. 1980'den bu yana verilmekte olan Necatigil ödülünün töreni, 16 Nisan'da yapılacak.

Çok kişi izlesin diye film yapmıyorum

Beyazperdenin en karizmatik karakter oyuncularından John Malkovich, dün İstanbul'daydı. 28. Uluslararası Film Festivali'nin onur konuğu olarak iki gece üç günlüğüne Türkiye'ye gelen Malkovich, The Marmara'da sinema yazarlarının da katıldığı bir basın toplantısında soruları cevaplandırdı.
Türkiye'ye ikinci kez gelen Malkovich, bu sefer de memnun kalmış anlaşılan. Derinlikli karakterleri yansıtmadaki başarısıyla bilinen oyuncu, "Teklifler arasında iyi seçim yapmak zorundayım" diyerek bu konudaki titizliğini ortaya koyuyor. "Büyük paralar getirsin ya da daha fazla kişi izlesin diye filmde oynamıyorum; yapmak istediğim şeyi yapıyorum." cümlesi, oyunculuğa bakışını da özetler nitelikte. Malkovich, İstanbul Film Festivali'nin yarışma bölümünde de yer alan Steve Jacobs imzalı 'Utanç' (Disgrace) filminde Güney Afrikalı bir profesörü canlandırıyor: "Güney Afrika her zaman karışık bir yer olmuş. Ben de dramada çatışmayı severim. Kendisiyle, aşkla ya da iktidarla çatışan karakterleri severim. Utanç'taki karakterim de böyle karmaşık bir yapıya sahip."
Yıllardır Hollywood sektörünün içinde olmasının yanında Bertolucci'nin 'Çölde Çay' (The Sheltering Sky) filminde olduğu gibi Avrupa yapımlarında da yer alan Malkovich, iki sinema 'endüstri'si arasındaki gittikçe belirginleşen farka ilginç bir tespitle yaklaşıyor. Eşi Nicoletta Peyran ve iki çocuğuyla beraber Avrupa'da yaşayan aktör, bu farkı şöyle özetliyor: "Amerika'da ya da Avrupa'da, film yapmaktan ziyade o filmi kimin yaptığı önemli. Hollywood'da film yapmak bir 'iş'tir. Hem sen kendini daha rahat ifade edersin hem de yapım kâr getirir. Avrupa'da ise sinema kâra dayalı değil. Çok önemli yönetmenlerin filmlerinin bile açılış haftasında 30 milyon dolar getir getirmesi önemli oluyor." Tam burada, Hollywood'da 30 milyon dolarlık açılışın 'büyük' filmler için 'küçük' bir rakam olduğunu aklımıza getirmeliyiz. Ne de olsa "Amerika'da da Avrupa'da da sinemayı sevmek ve film çekmek önemli."
Pek iyi bir sinema izleyicisi olmadığını itiraf eden Amerikalı aktör, hiç Türk filmi izlememiş. Sadece Türkiye değil dünyadaki diğer sinemalar hakkında da pek bilgisi olmadığını söylüyor. Henüz, başrolde oynadığı 'Utanç' filmini bile izleyememiş. Tiyatro çalışmalarını da sürdüren Malkovich, Meksika'da ve Paris'te oyunlar sergiliyor. Geçen ay, sürekli senaryo okuduğunu belirten ünlü oyuncu, kitap uyarlamalarıyla ilgileniyor. John Green'in, gençlerin sorunlarıyla ilgili Juno'ya benzer kitabı 'Paper Town', Rebecca Cammisa'nın 'Which Way Home', 1974'teki Kıbrıs'ta yaşananları konu alan 'Sea Fire' bunlardan birkaçı.
Usta oyuncu, en ilgi çekici cümlesini ise politik görüşüyle ilgili bölümde söyledi. İlk yönetmenliği 'The Dancers Upstairs' filminin konusundan hareketle konuya açıklık getirdi. Oscarlı İspanyol oyuncu Javier Bardem'in başrolde yer aldığı film, 22. İstanbul Film Festivali'nde de gösterilmiş ve büyük ilgi çekmişti. "O filmi ben yazmadım." diyen Malkovich, oradaki karakterlerin görüşüne ve yaptıklarına da saygı duyduğunu söyledi. Bu konudaki şahsi fikri ise şöyle: "Ben siyasi ya da başka tür inançlarımı başkalarına empoze etmek istemiyorum. Benim en önemli politik görüşüm şudur: Başkalarının ağzıma zorla sokmaya çalıştığı ilaçları kusmak."Tıpkı filmlerde olduğu gibi ağır, mesafeli ve soğuk havasını koruyan John Malkovich'in, vaktiyle yankı uyandıran bir polemik yaşadığı İngiliz gazeteci Robert Fisk'i neden bu kadar sevmediğini soranlara ise cevabı basit: "Onun yazılarını okuyun, anlarsınız!"

Festivalden 'onur' ödülü
Festivalin onur konuğu John Malkovich, Sinema Onur Ödülü'nü dün Emek Sineması'nda düzenlenen bir törenle İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) Başkanı Şakir Eczacıbaşı'nın elinden aldı. Alkışlar eşliğinde salona giren ünlü oyuncu, İstanbul'da olmaktan ve festivale davet edilmekten çok mutlu olduğunu dile getirerek, "Hak ediyor muyum etmiyor muyum bilmiyorum; ama ilginize çok teşekkür ediyorum" dedi. Şimdiye kadar pek çok ödül aldığını ifade eden Amerikalı oyuncu, şöyle konuştu: "Bu ödül beni çok mutlu etti. Yapmaktan keyif aldığım bir şey için ödüllendirilmek hem tuhaf hem de çok güzel." Eczacıbaşı'nın 'Kaç yıldır davet ediyorduk, kısmet bu yılaymış' dediği Malkovich, yeni filminin çekimlerinin hemen öncesinde geldiği Türkiye'den yarın yapacağı Adalar gezisinden sonra ayrılacak. John Malkovich, bugün saat 11.00'de de Pera Müzesi'nde sinema dersi verecek.

Dergi arşivleri internette

Edebiyat meraklılarının arayıp da bulamadıkları veya takip etmekte zorlandıkları dergilere ulaşmaları artık daha kolay. Nadir ulaşılan eserler bir bir taranarak TÜBİTAK tarafından internet ortamına aktarılıyor.
Proje için 13. yy Avrupa'sındaki İtalyan üniversiteleri ile Paris Üniversitesi'nde uygulanan Pecya sisteminden ilham alınmış. 1936'da çıkan Ağaç dergisinden 75 yılı deviren Varlık'a, Nokta Dergisi'nden Akademik Araştırmalar Dergisi'ne kadar geniş bir yelpazede birçok mecmuanın tıpkıbasımlarının yer aldığı 'www.pecya.com', bu eserlere ulaşmak isteyenlerin hizmetine sunulmuş bir mecra. Edebiyat meraklıları ve araştırmacıların işini kolaylaştıracak internet sitesinde sadece dergiler yer almıyor. Sitenin dijital kitap koleksiyonunda birçok yazar ve akademisyenin kütüphanesine ve fotoğraf arşivlerine ulaşmak mümkün. Şu anda 52 derginin tüm sayılarının yer aldığı arşivdeki dergi, fotoğraf, kitap koleksiyonları hızla artıyor. Kitap kurtları ve arşiv meraklıları pecya.com'da arşivleri taramakla kalmıyor, aynı zamanda yayın satın alabiliyor ve satabiliyor. Yayınlara ulaşabilmek için üye olmanın yeterli olduğu sitede, süreli yayınları takip etmek için de abone olmak gerekiyor.

ÇOK UZAKLARDA BİR YAZ

Asıl geçmiş hatırladıklarımız mı, yoksa gerçekte yaşananlar mı?
Geçmiş çok uzak bir ülkedir ve o uzak ülkede, 1977'de, Hümeyra'nın Altınoluk'a ilk kez gelmesiyle başlar her şey. Genç adam belleğinin kapılarını açınca gençlik anıları sayfalara birer birer dökülür: Ali, Mustafa, yaz aşkları, İstanbul, üniversite yılları, tiyatro çalışmaları, roman taslakları, filmler, Kafka ve Nilüfer.
Mehmet Açar üçüncü romanı Çok Uzaklarda Bir Yaz'da hem modern bir aşk masalı yazıyor hem de '80'lerin toplumsal yaşamının güncesini tutuyor; '80'lerde genç olmayı, aşkı, solculuğu, hayalleri, Darbe'nin sonuçlarını anlatıyor. Trenler nasıl kaçırılmış, kalpler nasıl parçalanmıştır?.. Hepsi genç adamın geçmişinde saklıdır.
Çok Uzaklarda Bir Yaz arkadaş grubu arasında "üçüncü çocuk" olmayı ve hep arkada kalmayı kabullenmiş bir anti-kahramanın hikâyesi.
1963 yılında Konya´da doğan Mehmet Açar orta öğrenimini Galatasaray Lisesi'nde tamamlar ve ardından Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun olur. Çeşitli dergilerde çalışan, film eleştirileri yazan Açar Sinema dergisinin uzun süre genel yayın yönetmenliğini yapar. Hayalet Gemi dergisinde yayımlanan hikâyelerini ilk kitabı Anarşik Rehavet'te toplar. Mehmet Açar'ın ilk romanı 2000 yılında basılan Siyah Hatıralar Denizi', ikinci romanıysa dört yıl sonra yazdığı Hayatın Anlamı ya da Akhisarlı Hasan Tütün'ün Maceraları'dır.

''Seyahatname-i Londra'' okuyucuyla buluştu

Tarih Vakfı Yurt Yayınları'nca bir Osmanlı bürokratının gözüyle modern sanayi toplumunun anlatıldığı ''Seyahatname-i Londra'' kitabı yayımlandı.
Fikret Turan tarafından incelemesi yapılarak yazıya dökülen ve 202 sayfadan oluşan kitap, tanzimat devri bürokratının modern sanayi toplumuna bakışını konu alıyor.
Kitapta, bir Osmanlı bürokratının 1851 yılında Londra'ya yaptığı ve yaklaşık 6 ay süren seyahati sırasında gezip gördüğü yerler hakkındaki izlenimleri ve başından geçen olaylar anlatılıyor.

''7-17 Karikatür Yarışması''nın ödülü Mercan'ın

Karikatür Vakfı tarafından düzenlenen ''7-17 Yarışması''nı Zeynep Mercan, ''7-77 Yarışması''nı da Mehmet Altuğ kazandı.
15.Uluslararası Ankara Karikatür Festivali kapsamında düzenlenen ve çocuklara karikatürü sevdirmeyi amaçlayan 7-77 Karikatür Yarışması'na 67 ülkenin karikatür ustaları, çocuklar için çizdiği 908 karikatürle katıldı.
Tan Oral, Willem Racing (Hollanda), Prof. Atila Özer, İzel Rozental, Ercan Akyol, Kamil Masaracı, Prof. Dr. Efser Kerimoğlu ve Nezih Danyal'dan oluşan yarışma jürisi, Samsun'dan Mehmet Altuğ'un karikatürünü 2 bin dolarlık ödüle layık gördü.
Festival çerçevesinde düzenlenen ''23 Nisan 80 Yaşında'' konulu ulusal ''7-17 Karikatür Yarışması''na da Türkiye'nin çeşitli kentlerinden çocuklar, toplam 989 karikatürle katıldı. Bu yarışmada da İstanbul'dan Zeynep Mercan'ın karikatürü 1000 TL'lik ödüle değer bulundu.
Karikatürcüler ödüllerini 17 Nisan Cuma günü düzenlenecek törenle alacak.

UNESCO’dan online ‘entelektüel katedral’

UNESCO’nun bu ay içerisinde hizmete açacağı dijital kütüphanenin, ‘Avrupa, Asya ve Afrika’nın kültürel hazinesini bir araya getiren ender bir entelektüel katedral olduğu” söyleniyor
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) aralarında harita, gazete, süreli yayın, sanat eserleri ve video ile ses kayıtları bulunan on binlerce tarihi belgeyi içeren bir dijital kütüphaneyi, bu ay içerisinde internet kullanıcılarının hizmetine açacağını duyurdu.
UNESCO’nun Paris’teki merkezinden yayın yapacak olan dijital kütüphanenin, dünya genelinde toplam 32 enstitünün katılımıyla oluşturulduğu ve “Avrupa, Asya ve Afrika’nın kültürel hazinesini bir araya getiren ender bir entelektüel katedral olduğu” kaydediliyor. 4 yıllık bir çalışma sonucu hazırlanan kütüphanede, bazılarına 7 dilde ulaşılabilecek olan belgeler, kullanıcılar tarafından ücretsiz olarak görüntülenebilecek.
Sponsor bağışçılar
İngiliz The Guardian gazetesine göre, milyonlarca dolara mal olmasına karşın hiçbir hükümetten yardım alınmadan tamamen Microsoft ve Google gibi bağışçıların sponsorluğunda hazırlanan kütüphanede, özellikle Ortadoğu’ya ait çok değerli belgeler bulunuyor. Irak Ulusal Kütüphanesi ve Arşivi’nin katkısı sayesinde, 19’uncu ve 20’nci yüzyıla ait Arapça, İngilizce, Kürtçe ve Osmanlıca yazılmış gazete arşivlerine dijital kütüphane üzerinden ulaşılabileceği belirtiliyor.

Michael Tchernega'dan “Yükseliş” sergisi

İngiliz ressam temalı ilk kişisel sergisini Derinlikler Sanat Merkezi'nde açıyor.
15 Nisan – 06 Mayıs 2009 tarihleri arasında üç hafta boyunca sanatseverlerle buluşacak sergide Tchernega'nın 30'a yakın eseri yer alacak.
Üç yıl önce İstanbul'a yerleşen, çalışmalarını Büyükada'daki atölyesinde sürdüren ve Büyükada'nın, sanat tarzını geliştirmek ve yaşamak için en iyi platform olduğunu düşünen Tchernega, Fransız empresyonistlerden etkilenerek geliştirdiği kendine özgün bir spatula tekniğine sahip. Eserlerinde, dünyada çalışılması en zor obje olduğunu düşündüğü insan bedenini bu spatula tekniği ile resmeden sanatçı, “Yükseliş” sergisi ile insan bedeninin ve doğanın ışıkla girdiği etkileşim sonucunda ortaya çıkan çeşitliliği vurguluyor.
Doğadan ve mitolojiden beslenen Tchernaega'nın, çocuk yaşlarında başladığı sanat serüveninin İstanbul ilhamı taşıyan bu ilk sergisi, resme getireceği “Yükseliş” açısından büyük anlam taşıyor.

9 Nisan 2009 Perşembe

Üsküdar Tekel Sahnesi açılıyor!

İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun kendine ait ilk yerleşik tiyatrosu Üsküdar Tekel Sahnesi 10 Nisan 2009′da Deli Dumrul oyunu ile açılıyor.
10 Nisan 2009 Cuma günü (yarın) saat: 20.00′de düzenlenen törenle açılacak olan “Üsküdar Tekel Sahnesi”, Tekel Müzesi içerisinde yer alıyor.
Müzenin doğal yapısına zarar vermeden, aynı doku içerisinde bütünlüğü sağlanarak oluşturulan salonda; her türden tiyatro eseri ve özellikle deneysel tiyatro çalışmaları rahatlıkla yapılabilecek.
Günümüzün gerektirdiği elektronik ve teknik donanıma sahip tiyatronun açılışına katılacak misafirler için aynı gün saat: 19.30′da Beşiktaş Dentur Avrasya İskelesi’nden Üsküdar Sahnesi’ne vapur seferi de düzenlenecek.
Açılış Temsili: ” DELİ DUMRUL” ile !..
Güngör Dilmen’in yazdığı, Yücel Erten’in yönettiği, Trabzon Devlet Tiyatrosu’nun sahnelediği “DELİ DUMRUL” adlı oyun, açılış töreni sonrasında sanatseverlerle buluşacak.
Ukrayna-2008 Karadeniz Kulübü Üçüncü Tiyatro Festivali’nde “Son Üç Yılın En iyi Yapıtı” ödülünü kazanan “DELİ DUMRUL”un yönetmen yardımcılıklarını; Birtan Görgün ve Murat Gökçer yaptı. Dekor tasarımı Hakan Dündar’a, ışık tasarımı Yüksel Aymaz’a, müziği Babür Tongur’a, dansları Salima Sökmen’e ait olan oyunda; M. Fatih Dokgöz, Kadri Özcan, Şebnem Dokurel, Erşan Utku Ölmez, Fatih Topçuoğlu, Ufuk Şener, Başak Anat, Şevki Çepa, Birkan Görgün, M. Ceyhun Gen, Zeynep Ekin Öner, Aslı Artuk Şener, Elif Şeker Saka, Sinem Şahin rol alıyor.

2. Bin Nefes Bir Ses Uluslararası Türkçe Tiyatro Yapan Ülkeler Festivali

Zengin tarihi geçmişinin yanı sıra müziğin, bilginin, güzel sanatların da merkezi olan bu kentin artık bir de Festivali var. Bu yıl 2′ sini düzenlediğimiz “BİN NEFES BİR SES” Uluslararası Türkçe Tiyatro Yapan Ülkeler Festivali giderek daha da gelişip hem ülkemize, hem de Konya’ ya yaraşır bir görünüm kazandı.
Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’nün büyük çabaları ve özverili çalışmasıyla hazırlanan bu festivalin ev sahipliğini Konya Devlet Tiyatrosu yapıyor.
Geçen yıl 6 ülkenin katıldığı festivale bu yıl 10 ülke katılıyor. 14-24 NİSAN 2009 tarihleri arasında gerçekleşecek olan festivalimize gelen konuklarımızı 10 gün boyunca kentimizde ağırlamanın gönenciyle mutluyuz.
Festivaller kente canlılık katar.
Biz Devlet Tiyatrosu olarak bu festivali yaptık, yapıyoruz ve yapmaya devam edeceğiz. Bu yılki Festivalde gelen konuklarımıza Poliklinik hizmetleri konusunda sponsor olan Akademi Hastanesi’ ne katkılarından dolayı teşekkür ederiz. Ama kentimizin, özelliklede kentte bulunan Uluslararası ilişkiler ve iletişim konusunda yabancısı olmadığını bildiğimiz Konyalı Sanayi ve Ticaret adamlarının da bundan sonra ki yıllarda bu Uluslararası Festivale, daha da önemlisi Konya’ ya, Konya’nın Kültür ve Sanat yaşamına sponsorluklar ile katkıda bulunacaklarını ümit etmek istiyorum.
Çünkü unutmasınlar ki bu şehrin artık FESTİVALİ var.
Bu arada şimdiden festival biletlerinin çoğunu tüketen Konya Seyircisine; festivallerine ve tiyatrolarına sahip çıktıkları, bizi tüm sezon boyunca yalnız bırakmadıkları için yürekten teşekkür ediyoruz ve diyoruz ki;
Bu Şehrin Seyircisi Var.
Teşekkürler Konya.

Günahıyla sevabıyla Sedad Hakkı Eldem

Osmanlı Bankası Müzesi, Türk mimarisinin ustalarından Sedad Hakkı Eldem'in retrospektif sergisine ev sahipliği yapıyor. Eldem'i günahıyla sevabıyla gözler önüne seren serginin, özellikle 'iyi ki gerçekleştirilmemiş olan taslak ve projeler' bölümü, ziyaretçileri usta mimar üzerine yeniden düşünmeye davet ediyor.
Retrospektif sergilerin en büyük tehlikesi, sanatçının evvelini ahirini ortaya dökmesidir. Bu, bir bakıma yüzleşme, biraz eski defterleri karıştırma; yanlışları, eksikleri görme fırsatı olarak değerlendirilebilir. Hem sanatçıları hem de sanatseverleri bekleyen bu tuzak, bazen ürkütücüdür. Öyle ki; tüm hayalleriniz tuzla buz olabilir veya mutlu olabilirsiniz. Osmanlı Bankası Müzesi'nde açılan 20. yüzyıl Türk mimarisinin ustalarından Sedad Hakkı Eldem'in (1908-1988) retrospektif sergisi de tam bu noktada duruyor. Yatay ve dikey çekmeceler içerisine yerleştirilmiş çizimler, planlar, projeler, taslaklar ve fotoğraflar, usta mimarın olgunluk dönemini ele alıyor. Mimarın mirasçıları tarafından Koç Vakfı'na bağışlanan ve vakıf tarafından da sergi için Osmanlı Bankası Müzesi'ne ödünç verilen arşiv, ilk kez gün yüzüne çıkıyor. Geçtiğimiz yıl açılan 'Sedad Hakkı Eldem I: Gençlik Yılları' başlıklı sergiden sonra yüzünü gösteren bu yeni belgeler, bir kütüphanenin arşivinde dolaşıyormuş hissini veriyor. Sergiyi gezerken size eşlik eden boya kokusunun yanında, demirden çekmeceleri çekmek için biraz güç sarf etmeniz gerekecek. Türkiye'nin en büyük kişisel mimari arşivine sahip olduğu gerçeğinden hareketle, Eldem'in çalışmalarına odaklanan etkinlik, bir arşiv-sergi kimliğini taşıyor.
Sergide, Italo Calvino'nun, 'Gerçekleşmemiş gelecekler, geçmişin ölü dallarıdır' sözünü haklı çıkaran, hayata geçmemiş projeler var. 'İyi ki gerçekleştirilmemiş olan taslak ve projeler' isimli bu bölümdeki dal budak salmamış işler arasında Kuruçeşme sahil şeridi, Soğukçeşme Sokağı, Süzer Oteli gibi mekânlarla ilgili taslaklar yer alıyor. Serginin küratörleri Bülent Tanju ve Uğur Tanyeli, günahıyla sevabıyla Sedad Hakkı Eldem'i ele aldıklarını söylüyorlar. Amaçlarının da Eldem mitolojisine yeni katkılar yapmak değil, mimarlık dünyasının içindeki ve dışındaki herkesi Eldem'i tarihsel ve kişisel karmaşıklığı içinde kavramaya davet etmek olduğunu belirtiyorlar. Sergi, bu anlamda ünlü mimarı tüm çıplaklığıyla anlatıyor. Daha yaşarken erişilmezliğiyle merak uyandıran Sedad Hakkı Eldem'in sergisi bu büyüyü bozuyor mu acaba? Zira yarım yüzyıldan uzun bir meslek hayatının tüm verimi hiç dokunulmadan ortaya dökülmüş. Küratörler özellikle bu noktaya dikkat çekerken mimarı fildişi kuleden indirerek herhangi biri gibi ele alıyor. 1977'de çekilen bir belgesel filminde Eldem için, "O Sinan'dan sonraki en önemli Türk mimarıdır" denilir. Bu tanımlama bile ona yaşarken nasıl bir kimlik biçildiğini gösteriyor. Küratörler sergi kataloğunda ise şöyle diyor: "Kitaptaki tüm yazılardan sızan ve asla açıkça ifade edilmeyen sözüyse ortak gözüküyor: Sedad Hakkı Eldem'i ikinci bir Mimar Sinan yapmaya kolay heveslenebilir gözüken bir entelektüel ortama uygun malzeme sağlamamak." Eldem'in kendisine biçilen kimliği korumak istediğini, son on yılında efsanesini geliştirmek için hayat hikâyesine düşsel katkılar bile yaptığını söyleyen Tanju ve Tanyeli şöyle devam ediyor: "Sergi, Eldem'i yeniden gündeme taşımayı amaçlıyor. Burada Eldem'in ne kadar önemli olduğu vurgulanarak yüceltilmeyecek. İlginç olduğu kestirilebilen, ama hepsinden önemlisi, ona ilişkin başka hiçbir 20. yüzyıl Türk mimarı için söz konusu olamayacak kadar fazla veri ve belge bulunulduğu için incelenecek." diyor. Sergiyle aynı adı taşıyan kitapta çeşitli akademisyenlerin yazıları yer alıyor. 5 Temmuz'a kadar görülecek sergi, Sedad Hakkı Eldem 'marka'sı üzerine yeni araştırma ve değerlendirmeleri tetikleyecektir kuşkusuz.

Belki şehre bir kitap gelir

Kemal Burkay'ın toplu şiirleri "Hadi Gülümse" adıyla Kırmızı Yayınları tarafından yayımlandı. Şairin ilk kez 1967 yılında yayımlanan "Prangalar", 1975'te çıkan "Dersim" kitabı ile seksen sonrası yayımlanan "Can Taşır Dicle", "Rübailer" ve yeni şiirlerinden oluşan "Gecenin Koynunda Bir Adam" adlı bölümlerin yer aldığı bu kitap, Burkay'ın politik faaliyetleri sebebiyle çok da öne çıkmayan şairliğini yıllar sonra yeniden okurun karşısına çıkarıyor.
1937 yılında Tunceli'de doğan Kemal Burkay, 1949 yılında Akçadağ Köy Enstitüsü'ne girdi ve 1955 yılında öğretmen oldu. 1960 yılında Ankara Hukuk Fakültesi'ni bitirip avukatlık mesleğine başladı. Elazığ'da kaymakamlık stajı ve Osmaniye'de kısa bir süre kaymakamlık yaptı. 12 Mart darbesinden sonra yurtdışına çıktı. 1974'teki af yasasının ardından ülkeye döndü, Ankara'da yine serbest avukatlığa başladı. Mart 1980'de yeniden yurtdışına çıktı. İsveç'ten politik iltica alan Burkay, yaklaşık otuz yıldır bu ülkede yaşıyor. Geçtiğimiz yıl, başında bulunduğu siyasal örgütteki görevlerinden ayrılan Kemal Burkay, şimdilerde daha çok yazılarıyla öne çıkıyor. Kürt sorunu konusunda izlediği barışçı politikalarla dikkat çeken Burkay'ın roman, tiyatro oyunu, dilbilgisi, tarihî inceleme alanlarında yayımlanmış pek çok kitabı bulunuyor.
İlk şiirleri 1960'lı yıllarda Varlık dergisinde yayımlanan Kemal Burkay, yetmişli yıllarda yayımladığı Türkçe-Kürtçe dergi ve gazeteler ile siyasal faaliyetleri nedeniyle birkaç defa cezaevi deneyimiyle tanıştı. İlk şiir kitabı "Prangalar"ın gördüğü yoğun ilgi ile adından söz ettirdi. Daha çok sosyalist şiir geleneğine sadık kalsa da, Burkay'ın şiirinde görülen II. Yeni etkisi bu şiire olan dikkati daha da belirginleştirdi. Dönemin toplumsal olaylarına değindiği şiirleri kadar, gündelik hayata dönük şiirleri Burkay'ın şiirinin asıl gücü olarak belirdi. Nitekim, Cemal Süreya, Kemal Burkay'la ilgili bir yazısında, Burkay'ın gündelik hayata yönelmesi halinde daha güçlü bir şiir damarı yakalayacağını ifade eder. Toplumsal sorunları, kendi kuşağının aksine büyük ölçüde romantik bir bağlam içinde yazmayı sürdüren şairin, zamanla unutulmuş pek çok şiiri, seksen sonrası yeniden anımsandı.
İlk olarak Yeni Türkü grubu, şairin "Sonbahar'da Çizgiler" adlı şiirini "Buğdayın Türküsü" adlı albümünde seslendirse de, bu anımsamada en büyük pay, şüphesiz Sezen Aksu'ya ait. Sezen Aksu, şairin "Prangalar" kitabında yer alan "Gülümse" adlı şiirini aynı adı taşıyan albümünde okuyunca, seksen sonrasında daha çok siyasal faaliyetleriyle öne çıkan Kemal Burkay'ın şiiri yeniden hatırlanır oldu. Çok geçmeden Rahmi Saltuk, şairin "Prangalar" şiirini aynı adı taşıyan albümünde okudu. Kürtçe yazdığı şiirleri ise Grup Yorum ve Mehmet Atlı gibi müzisyenler tarafından bestelendi.
Şairin yeni şiirlerine de yer verilen "Hadi Gülümse", daha çok otuz yıldır yaşadığı topraklardan uzakta olan bir şairin özlem dolu şiirlerini bir araya getiriyor. Kürt sorunu konusunda öteden beri hakim durumda olan şiddeti dışlamış, hatta bu konumundan ötürü zaman zaman hedef haline gelmiş olan Kemal Burkay'ın toplu şiirlerinde 64 yeni rübai de bulunuyor. Kitabın bir diğer önemli özelliği ise şairin Kürtçe yazdığı birçok şiirin kitapta yine şairin kendisi tarafından Türkçeye çevrilmiş olması.

Çocuklar için muhteşem kitap

Don Kişot’u bilirsiniz, hani şu ince-uzun, sakallı, şövalye romanları okuya sonunda şövalye olmaya özenen roman karakteri… Dulcinea del Toboso’ya aşıktır, kendi gibi zayıf, çelimsiz Rocinante adlı bir atı vardır. Seyisi-yardımcısı-dostu Sanço Panza ile atışır sık sık. İşte yeldeğirmenlerine savaş açan bu aşık, yaşlı şövalye, Miguel de Cervantes Saavedra’nın yazdığı bu romanın başkahramanıdır.
Edebiyatta roman türünün başlangıcı sayılan ve birinci bölümü 1605 yılında yayımlanan İspanyol edebiyatının bu başyapıtı, yayımlandığı günden beri pek çok dile çevrildi, defalarca basıldı.
Yapı Kredi Yayınları tarafından küçük boy yayımlanan bu kitap, Türk edebiyatının önemli yazarlarından Reşat Nuri Güntekin taradından Don Kişot’un kısaltılmış, Fransızca bir versiyonundan çevrildi. Kitapta yer alan resimler, Gustave Doré’nin Don Kişot için yaptığı gravürlerden seçildi.

'Varolmayan Şövalye' Türkçede

Italo Calvino’nun İkiye Bölünen Vikont ve Ağaca Tüneyen Baron’dan sonra Atalarımız üçlemesinin son halkası olarak yayımladığı kitabı Varolmayan Şövalye’dir. Yazarın hayattayken bu kitapları Atalarımız başlığı altında toplamasının nedeni, kendi deyişiyle “çağdaş insanın atalarının soyağacını çıkarmak”tır.

Calvino, parçalanmış, kendine düşman çağdaş insanın, geçmişte kalan o kayıp uyum duygusunun yerine koyabileceği yeni bir bütünlük arayışının peşinde koşmasını anlatır bu kitaplarında.

Varolmayan Şövalye’nin kahramanı Agilulfo, çok yiğit ve soylu bir şövalye olmakla beraber, bir tek kusuru vardır: varolmamaktadır. Daha doğrusu parlak, gösterişli bir zırhtan ibarettir, ama ne yazık ki zırhın içi boştur. Soğuk bir zırha bürünmüş, korkusuz, idealleri olan, ama bir boşluktan ve bir bilinç varlığından başka bir şey olmayan Agilulfo ile karşı karşıyayızdır. Onun karşı kahramanı ise bedensel varlığa sahip, ama akıldan yoksun Gurdulù’dur. Biri bedensel varlıktan, diğeri bilinçten yoksun bu iki kahraman aslında varolan ile varolmayanın çatışmasıdır.
Varolmayan Şövalye / Italo Calvino
Yapı Kredi Yayınları
148 sayfa, 18 TL

MFÖ ile 36 yılın akustik hali

MFÖ üyeleri, 36 yıllık müzik kariyerlerinin bir özetini yarın Otto Santral'deki ilk akustik konserle sunacak. Grup kendi doğasını "Hâlâ yaratıcı, hâlâ enerjik ve hâlâ sıra dışı" sözleriyle niteliyor.

MFÖ grubunun ezbere bilinen onlarca parçaya imza atmaları bir yana, bu parçaları birkaç kuşağa sevdirebilmek gibi de bir becerileri var. Lakin artık onları MFÖ olarak algılamak pek de mümkün olmuyor. Bunda gruba adını veren Mazhar Alanson, Fuat Güner ve Özkan Uğur'un farklı mecralarda karşımıza çıkmalarının payı büyük. Fakat yine de söz konusu toplu olarak müzik yapmak olunca bireysel başarı ve yeteneklerini bir yana bırakmayı biliyorlar.
Tıpkı, Otto Santral'de yarın gece verecekleri akustik konser gibi...

Nedir MFÖ'nün 36 yillik sirri?
Şarkılarımızın ezbere biliniyor olması tesadüf değil; tabii kendimizi anlatmayı başarmışız demek ki.. Sır, şöyle: Sözlerin anlaşılır olması ve bir hikâye anlatması, melodilerin basit ama zengin bir armoni altyapısı olması, ve üç sesin birlikte iyi tınlaması..
Geçmişte grupların pek başarılı olmadığını ve üstelik üç ses söylenince anlaşılamayacağımızı söyleyenler olmuştu, dinleyici onları haksız çıkarttı.
Yine de kaçıranlar için böyle bir proje doğdu: 'Dünden bugüne...'

Bu konserde akustik çalacaksiniz, bu durum konserinizi nasil farklilaştiracak sizce?
Biz bütün konserlerimizi farklı kılmak için bütün gayretimizi gösteriyoruz...
Hiç kimse aynı konseri izlemiş hissini almamıştır zaten. Çünkü konser de hayat gibidir... Aynı anların tekrarı yoktur... Akustik oluşu, evet farklı kılıyor, hem sunumu daha leziz oluyor hem de tabii aranjmanlar değişiyor, binbir prova yapılıyor ve bizim için ayrı heyecan oluyor...

Grubun yillar içindeki seyrini nasil degerlendiriyorsunuz? Çünkü grup degişime ve yeniliklere açik görünüyor.
Grup yaşayan bir varlık gibidir, dolayısıyla aslında doğal bir sonuçtur, değişime ve yeniliklere açık olma durumu... Bizce her insan için önemlidir bu, yani herkese yeniliklere açık olmasını tavsiye edebiliriz aslında, hele müzisyense...
Birlikteliğimize de muhakkak olumlu katkısı olmuştur bunun, grupta 3 ayrı duygu yapısı olunca, yenilik - delilik - muhafazakârlık, hoş bir karışım yaratıyor. Bu da grubun ömrünü uzatıyor..

Klasikleşmiş onlarca şarkiniz var. Şimdi yeni bir parça yaparken, bu kadar klasik şarkiyi yapmak bir baski unsuru oluyor mu?
Hiç fark ettiniz mi, klasik otomobili olan biri, cam otomatiği veya merkezi kilit yaptırır, hayatını kolaylaştırır... Ama bu aracın klasikliğinden hiçbir şey götürmez... Biz de belki gelişen müzik sektöründen yararlanıyoruz ama her parçanın klasikleşmesini amaçlayarak üretiyoruz...

Grup içi ilişkiniz ne durumda ve daha eskiye göre daha fazla siki fiki olmama halinin sizlere ayri ayri faydalari neler?
Uzun soluklu insan ilişkilerinde, evlilik dahi olsa sorunlar yaşanması doğal. Ayrı mecralardaki çalışmaların ise her birimize başka başka katkıları var.
Böylelikle yıllar boyu her günümüzü birlikte geçirmemiz engellenmiş oluyor işler dolayısıyla ve sonuçta her birimizin farklı deneyimleri, edimleri oluşuyor. Sanatçı kişiler bu edimleri kişiden kişiye değişen kendi çıkarımları ile üretimlerine yansıtırlarsa yeni ve birbirinden değişik eserler üretebilirler ve en güzel fayda bu olur herhalde..

Birbirinizi nasil tanimlarsiniz? Halâ yaratıcı, halâ enerjik ve halâ sıra dışı.. Aslında parçalarımızda birbirimizi veya kendimizi anlatıyoruz zaten zaman zaman...

Siz Eurovision şarki yarişmasinin ruhunu biliyorsunuz. Nedir bu yarişmayi Türkiye'de bu kadar popüler yapan?
Dünyaya yönelik yarışmalardaki yerimizin kıt oluşu sebebiyle Eurovision Türkiye için önemli oluyor... Bu yarışmanın puanlamasında sadece müzik kıstasları kullanılmıyor biliyorsunuz, aslında bu da bu yıl yarışacak olan Hadise'ye bir nevi avantaj getiriyor. Dansı, şovu ve şarkıyı hepsini iyi icra ederlerse iyi bir derece alabilirler...

Sinema: İnsanlık aynası

28'inci İstanbul Film Festivali'nin Arjantin sineması özel bölümü, Pablo Trapero'nun bir hapishanede çektiği Aslan İni filmiyle bugün öne çıkıyor.
Genç Arjantinli usta yönetmen Pablo Trapero'nun yeni filmi Aslan İni bugün saat 16.00'da Beyoğlu Emek Sineması'nda seyirciyle buluşuyor. İki kanlı bedenin yanında uyanan genç ve güzel bir kadının gerilim dolu anlarını bir hapishane dramasına dönüştüren film, nihayetinde kadın dayanışmasını işliyor.
Trapero bu kez gerçek hapishaneyi dekor aldığı filminde mahkûmlara da rol vermiş.
Yönetmen, filmini SABAH'a şöyle anlatıyor:

İÇERİDEKİ GERÇEKLİK BAŞKA:
"Hapishane, sizi dış dünyadan koparmak üzere tasarlanmış olduğundan kendi gerçekliğini de yaratıyor. Ancak acımasız şartlar dış dünyadan hiç de kopuk değil. Acıklı bir çelişki yani. Dolayısıyla kadınlar hapishanesindeki annelere ait bölüm gayet gerçek dışı.
Çocukların belirli bir yaşa kadar anneleriyle yaşadığı koşullar çok vahşi. Kanun ve yasaların koşulların iyileşmesine dair hiç bir yaptırım yok maalesef.
Benim için sinema insanlığın aynasıdır.
Orta sınıftan beyaz bir kadının olağanüstü koşullardaki halini resmederken sınıf, ırk ve cinsiyet olarak içinde toplu halde yaşadığımız ikiyüzlü durumu göstermek istedim."

BİR ÖZGÜRLÜK MANİFESTOSU: "Amacım bir yandan annelik ve aşk üzerinden, psikolojik bir değişimi göstermenin yanı sıra, ülkedeki vahim durumlara ayna tutmak. Bir toplumda bir farkındalık, bir tartışma konusu yaratsa bile benim için çok önemli. Bu nedenle gerçek bir hapishanede çekmek istedim ve izin almak için çok uğraştım. Başroldeki Martina Gusman da (Trapero'nun gerçek hayattaki karısı) bir yıl boyu hamile ve çocuklu gerçek mahkûmlarla görüştü, dersine uzun uzun çalıştı yani. İnanın gerçeküstü bir durum, bu içeride yaşananlar.
Öyle ki, filmde bu atmosferi dokunabilinir yapmak için uğraşmam gerekti. Toplumda çocuk ve aileye dair romantik söylemler var. Herkes ailenin önemi üzerine şiirler okuyor ama, iş hapishaneye gelince binlerce çocuğu görmezlikten geliyoruz. Filmim aşk, dayanışma ve bir özgürlük manifestosu olarak kabul edilebilir."

“Ustalara Saygı”da Ferruh Doğan…

Beşiktaş Belediyesi tarafından düzenlenen “Ustalara Saygı” etkinlikleri bu kez, alabildiğine sade çizgilerle en yoğun anlatıma ulaşan karikatürlerin yaratıcısı Ferruh Doğan için gerçekleştirilecek. Ülkemizde politik çizginin en önemli temsilcilerinden biri olan sanatçı için hazırlanan gece 13 Nisan’da takip edilebilecek.
İlk karikatürünü daha 13 yaşındayken yayınlayan ve 2000 yılında aramızdan ayrılana kadar yarım asrı aşkın süre ülkemizin çizgisel güncesini tutan Ferruh Doğan için hazırlanan gece, Melih Cevdet Anday Sahnesi’nde (Akatlar Kültür Merkezi) saat 20.00′de başlayacak. Faruk Şüyün’ün hazırladığı ve moderatörlüğünü üstlendiği “Ustalara Saygı” gecesi; Ferruh Doğan’ın dostları ve meslektaşlarının katılımıyla, bir anlamda ülkemizde karikatür sanatında bir dönemini de masaya yatıracak. Etkinlik; Aydın Boysan, Faruk Geç, Hıfzı Topuz, Kadir Doğruer, Kamil Masaracı, Leyla Neyzi, Raşit Yakalı, Safa Önal, Semih Poroy, Suat Yalaz, Tan Oral, Turgut Çeviker, Yiğit Özgür, Yurdagün Göker ve sanatçının kızı Zeynep Akdilek’in seyircilerle paylaşacağı anı ve düşüncelerle zenginleşecek. Ferruh Doğan’ın ölümünden bu yana usta için yapılan ilk etkinlik olma özelliği taşıyan gecede; seyircileri, kültür merkezinin fuayesine açılacak Ferruh Doğan çizgileri sergisi karşılayacak. “Ustalara Saygı”da, Ferruh Doğan’ın bir karikatürünün baskısı da gecenin anısına katılımcılara dağıtılacak. Uluslararası birçok ödülle taçlanan mesleki başarısının yanı sıra sanatçı tavrından hiç ödün vermeyen beyefendi kişiliğiyle de tanınan karikatüristin albümünden seçmelerin bir dia gösterisi ile seyircilerle paylaşılacağı “Ustalara Saygı”da, Ferruh Doğan’ın farklı dönemlerde kaydedilen görüntülerine de yer verilecek. Gecenin sürprizi ise Ferruh Doğan’ın Tekin Aral, Oğuz Aral ve Yalçın Çetin ile birlikte hazırladığı kısa animasyon filmler olacak.
“Ustalara Saygı” etkinlikleri; 20 Nisan’da Ataol Behramoğlu, 27 Nisan’da Çiğdem Talu ve Melih Kibar, 4 Mayıs’ta da Selim İleri için hazırlanan gecelerle devam edecek.
Etkinlik: Ustalara Saygı Toplantısı - Ferruh Doğan
Tarih: 13 Nisan 2009 Pazartesi
Yer: Melih Cevdet Anday Sahnesi- Akatlar Kültür Merkezi (Akmerkez’in Etiler’e giden kapısının karşısındaki Zeytinoğlu Caddesi üzerinde…)
Saat: 20.00
Tel: 0 212 351 93 84

Erzurumlu`nun destanlaşan mücadelesi

Erzurum`un Rus işgaline karşı yaptığı savunma, Ermeni zulmünü anlatan belgesel roman `Soğuk Cennetin Çocukları` kitapçılardaki yerini aldı.
Erzurumlu Eşref Özoltulular tarafından kaleme alınan `Soğuk Cennetin Çocukları` adlı belgesel roman Erzurum Kitaplığı yayınevi tarafından yayınlandı. Erzurum`un Rus işgalinde neler yaşadığı, tehcir, Ermeni zulmü, Erzurumluların Ruslara karşı verdikleri mücadele 2 yıl 11 ay süren acı dolu yılların izlerini silemediği hatıraların yer aldığı romanda anlatılanlar belgelerle destekleniyor.
Erzurum Kitaplığı sorumlusu Muammer Çelik, uzun uğraşlar sonucu hazırlanan belgesel romanda şehrin yaşadıklarının ilk kez edebi bir dille anlatıldığını söyledi. Yazar Eşref Özoltulular`ın kitabı hazırlarken o dönemde yaşayanların anlatımlarından yola çıktığını ve elde edilen belgelerle kitabın yazıldığını belirtti. Erzurum`un yaşadığı acıların hep anlatıldığını ama hiçbir zaman bunun yazılmadığını ifade eden Çelik, hazırlanan bu 654 sayfalık kitapla Rus işgali ve sonrasındaki yaşanan acıların edebi bir dille roman haline getirildiğini kaydetti. Çelik, `Erzurum`un işgal yılları ile ilgili kaynaklar sınırlıdır. Edebiyata yansıması olmamıştır. Eşref Özoltulular yakın çevresindeki birinci ve ikinci kuşak görgü tanıklarından derlemeler yaptı. Kantarcızade Mustafa Bey, Yarbay Twerdo Kheflo`nun anılarından, elliye yakın konuyla ilgili kitaptan istifade ederek, dönemi ve şehrin ileri gelenlerinin romanını yazdı.`dedi.

Dergilerde kalan Cansever kitaplaştı

Edip Cansever’in dergi sayfalarında kalmış şiirleri Öncesi de Kalır adıyla toplu olarak yayımlandı. Şairin kitaplarına almadığı şiirlerinin ölümünden sonra basılması tartışma yarattı

“Ah güzel Ahmet abim benim / Gördün mü bak / Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar / Ve dağılmış pazar yerlerine memleket / Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile / Gelse de / Öyle sürekli değil / Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün / O kadar çabuk / O kadar kısa / İşte o kadar.”
İçimizden hüzünlenmek bile gelmiyor Ahmet abi artık. Hatta kimsenin bir şey yapası gelmiyor, yapsalar da sanki öyle eskisi gibi değil hiçbir şey, eski gibi değil rakının, suyun peynirin tadı. Kavunlar ham, karpuzlar kelek artık Ahmet Abi. Şiirin de bir tadı kalmadı sen gidince, Edip Cansever gidince, öyle birkaç şair var hâlâ, ama onlar da şiir yazmıyor, şiir tüketiyorlar sanki. Ne yapalım biz de yenilerden umut yok diye sarıldık eski şiirlere. Edip Cansever’in şiirleri yayımlandı Ahmet Abi. Kitaplarını almadığı, belli ki beğenmediği şiirler bunlar, ya da ömrü yetmedi böyle bir kitap yapmaya, bir mayıs sonu, hatta pis bir mayıs sonu öyle çekip gitti bu diyardan ve o gittiğinden beri kaç tane şair geldi, kaç tane şiir yazdı bu topraklarda...
Öncesi de Kalır kitabın adı, Cansever’in çeşitli dergilerde yayımlanmış, ama kitaplarına girmeyen, giremeyen şiirlerinden oluşuyor. Mehmet Can Doğan hazırlamış kitabı, edebiyat dergileri incelenmiş, şiir dergilerine tek tek bakmış ve Canveser’in şiirleri böylelikle bulunmuş bulunmasına ama, şimdi bir tartışma patlayacak sanki Ahmet abi. Şairler haykıracaklar, sen sessiz kalacaksın, Edip Cansever de tek kelime konuşmayacak yine. Şairler diyecek ki, Cansever, şiirlerini kitaba almamışsa, neden kitaplaştırılıyor, demek ki yayımlansın, bir kitapta toplansın istemedi, demek ki onların yanına girecek kadar iyi değildi bu şiirler. Bazıları da diyecek ki yayımlanmalıydı. Onun ardında kalan ne varsa, güzel ya da çirkin iyi ya da kötü okumalıyız, ama elbette biri var tüm bunları neden yaptığını anlatacak ve Mehmet Can Doğan zaten şöyle yazıyor kitabın kendine ayrılan kısmında...
“Birlikte bir süreli yayında çıkmış olan herhangi bir metnin kamuya açıldığı düşünülürse bu şiirleri görmezden gelmenin anlamsızlığı, dolayısıyla kaygının yersiz olduğu da belirginleşir.”
Ah güzel Ahmet abim benim, bir kenara bırakalım tartışmaları, bırakalım şairler birbirlerini yesinler. “Şimdi eski resimlerle avunuyor” ya kadınlar, biz de onlar gibi “Pencereden sıcak ekim rüzgârları” odalara dolarken eski şiirleri okuyacağız... Birileri bizlere palyaço diyecek, şehre belki bir palyaço gelecek ve Cansever’in şiirlerine düşecek bu palyaço...
Sahneye çıktı, palyaço dediler / Damalı, kırmızı bir gömleği vardı. / Bir de burnu koskocaman / Güldürdü bütün gülen insanları / Sıçradı durdu saatlerce / Ufacık şehrin derme çatma sahnesinde:
Damalı gömleği, sivri burunlu ayakkabılariyle/ Kısacık ufak tefek bir adamdı / Seyrettiler, dışarı çıktılar / Palyaço dediler / Güldüler eğlendiler...
Ah güzel Ahmet abim benim, “içimizden hüzünlenmek bile gelmiyor” demiştik ya... İşte belki Cansever’in şiirleri hüzünlendirir biraz bizi, bir karanfil olur aşk, belki de yerçekimli bir karanfil ve yeniden birbirimize veririz onu ve belki de karanfille birlikte aşkları da şiirleri de yeniden çoğaltırız sonra da bir meyhane garsonuna sorarız Ruhi bey’i ve cevap verir bizlere yeniden “Evet, gelirdi Ruhi Bey mi dediniz, evet, gelirdi” der... İşte Ahmet abi işte o zaman sen, eskisi gibi, öyle güzel tutarsın kadehi dirseğini iskemleye değil ama, dirseğini gökyüzüne dayayarak.

Sanatçı engel tanımaz!

Geçen yıl başlayan Düşler Akademisi, 10 farklı atölyede sosyal dezavantajlıları ve engellileri sanatla buluşturmaya devam ediyor. ‘Kabuğu Kırmak’ adlı sergi engelli bir sanatçının, sıradan bir günün altında gizlenen yaşam savaşını anlatıyor. Sergi Beyoğlu Belediyesi Sanat Galerisi’nde 14 nisanda açılacak.

Kenny G, Arif Mardin için çalacak

Kenneth Gorelick ya da bilinen sahne adıyla Kenny G, konser vermek için İstanbul’a gelecek. Grammy ödüllü, romantizmin modern virtüözü Kenny G, 2 Mayıs 2009 tarihinde TİM Maslak Show Center’da yapılacak olan Arif Mardin Tribute gecesinde tüm dinleyicileri notaların sihirli dünyasına sürükleyecek. Behzat Gerçeker güçlü yorumcu Işın Karaca ile birlikte usta müzisyene sahnede eşlik edecek.

Mimar Kemaleddin Mimarlık Müzesinde

Sanal Mimarlık Müzesi, Mimarlar Odası tarafından 2007 yılında düzenlenen “Mimar Kemaleddin Etkinlikleri” çerçevesinde Prof. Dr. Afife Batur tarafından hazırlanan sergiyi, izlenime sundu. Mimar Kemaleddin’in hayatının ve eserlerinin çok sayıda fotoğraf ile görsel olarak gözler önüne serildiği “Mimar Kemaleddin: Tarihin Dönüm Noktalarında Bir Yaşam (1870-1927)” başlıklı sergi, ünlü mimarın kültür hayatımıza kazandırdıkları üzerinde duruyor. Sergi, www.mimarlikmuzesi.org ve www.archmuseum.org adreslerinden Nisan ayı boyunca izlenebilir.

Michael Crichton daha ölmedi

Geçen kasım ayında kanser nedeniyle hayatını kaybeden Michael Crichton'un bilgisayarında iki yeni romanı bulundu
Jurassic Park da dahil olmak üzere çok satanlar listesine giren birçok romanın yazarı olan Michael Crichton, geçtiğimiz kasım ayında kanser nedeniyle hayatını kaybetmişti. 66 yaşında hayata gözlerini yuman yazarın bilgisayarında iki yeni romanı bulundu. Bunların bitmiş, diğerinin ise üçte ikisi tamamlanmış durumda. Yazarın yayıncısı, iki romanın da gelecek yıl yayımlanacağını söyledi. 17. yüzyıl Jameika’sında geçen bir macera romanı olan Pirate Latitudes’un 24 kasımda yayımlanmasına karar verildi. 2010 yılının sonbaharında ise yazarın ölmeden önce üzerinde çalıştığı teknolojik gerilim romanının yayımlanması planlanıyor.
Crichton’ın yayıncısı Jonathan Burnham, New York gazetesine verdiği röportajda, Pirate Latitudes’un son derece kapsamlı bir araştırmanın ürünü olduğunu dile getirirken korsanların nasıl seyahat ettikleri ve denizcilikleriyle ilgili detaylara yer verildiğini sözlerine ekledi. Yayınevi ise şu an adına karar verilmemiş olan ikinci kitabı tamamlamak için yardımcı bir yazara ihtiyaç duyduklarını belirtti.
Crichton Jurassic Park dışında Kongo, Küre ve Zaman Ötesi gibi beyazperdeye uyarlanmış eserlere de imza atmıştı. Kitapları dünya çapında 150 milyondan fazla satan yazar, Türkiye’de de gösterilen ve 15 yıl boyunca devam eden ünlü hastane dizisi ER’ın da yaratıcısıydı.

8 Nisan 2009 Çarşamba

Belgesel Film “Gözmece”nin Galası Yapılıyor

Aydın Sevinç’in gerçekleştirdiği 45 dakikalık Gözmece adlı belgesel filmin galası 16:30′da Renkahenk Sanatevi’nde yapılıyor. Açılış sunumunu Nilüfer Açıkalın’ın yapacağı galada halen yaşamını İsviçre’de sürdüren yönetmenin mektubunu Halil Ergün okuyacak.
Diyarbakırlı çocukların oyunlarından adını alan belgesel, 28 Mart 2006 tarihinde yaşanan olaylar ve sonrasını gerçek görüntülerle anlatıyor. Olayların içinde bulunan çocuklar ve yaşamını yitiren çocukların aileleri, arkadaşları ve kardeşleri yaşadıklarını, hissettiklerini gördükleri şekliyle anlatıyor.

Bayram Hacızade karikatür sergisi açılıyor

Azerbaycan Karikatürcüler Birliği Başkanı Bayram Hacızade’nin karikatür sergisi Anadolu Üniversitesi Eğitim Karikatürleri Müzesi’nde açılıyor. Azerbaycan’ın Bakü şehrinde yaşayan ünlü karikatürcü Bayram HACIZADE’nin bizzat katılımıyla gerçekleşecek açılış; 15 Nisan 2009 Çarşamba günü Saat: 17.30da.
Açılışından beri Türk ve dünya karikatürünün ustalarını davet ederek Eskişehirli sanatseverlerle buluşturan Eğitim Karikatürleri Müzesi, bu kez kardeş ülke Azerbaycan’dan çok değerli bir sanatçıyı konuk ediyor.
Azerbaycan karikatüründe çağdaş bir yorumcu olan Bayram HACIZADE; 1968 Bakü doğumlu. Devlet Kültür ve Sanat Üniversitesi mezunu. Karikatüre küçük yaşlarda başlamış. Henüz on yedi yaşında iken çizgileri basında yayınlanmış. Kirpi adlı mizah dergisinde çalışmış, Biz ve Karikatür dergisinin baş editörü olmuş. Ulusal ve uluslar arası yarışmalara katılmış, ödüller kazanmış. Halen Azerbaycan Karikatürcüler Birliği başkanlığını yürütüyor. Uluslararası Molla Nasreddin Karikatür Yarışması adı ile dünya çapında bir organizasyon gerçekleştiren Hacızade, şimdi tüm karikatür dünyası tarafından tanınmaktadır.
Bayram Hacızade; Azerbaycan karikatürü ile ilgili akademik araştırmalar da yapmaktadır. 2008 yılında Azerbaycan Devlet Kültür ve Sanat Üniversitesi’nde karikatür sanatı üzerine tez hazırlar ve aynı üniversitede Karikatür Tarihi dersleri vermeye başlar. Azerbaycan Karikatürcüleri, 100 Yıllık Karikatür Tarihimiz, Çağdaş Azerbaycan Karikatürü, Azerbaycan Karikatürü’nün Dünü ve Bugünü, Azerbaycan Karikatürü’nün Gelişlimi adlarında önemli kitapları yayınlanır.
Bu değerli karikatürcünün eserleri 8 Mayıs’a kadar Anadolu Üniversitesi Karikatür Sanatını Araştırma ve Uygulama Merkezi’ne bağlı Eğitim Karikatürleri Müzesi’nde izlenebilecek.
BAYRAM HACIZADE KARİKATÜR SERGİSİ

Açılış: 15 Nisan 2009 Saat: 17.30
Yer: Anadolu Üniversitesi Eğitim Karikatürleri Müzesi
Akcami Mah. Malhatun Sk. No: 6 Odunpazarı / ESKİŞEHİR
Sergi Süresi: 15 Nisan 2009 - 8 Mayıs 2009

II. Bâyezid’in Adlî Divanı 118 yıl sonra yayınlandı

Amasya Valiliği, şehirde 27 yıl valilik yapan Osmanlı’nın şair padişahlarından Sultan II. Bâyezid Han’ın ‘Divan’ını ilk defa günümüz Türkçesine aktardı.
Amasya Valiliği, bir vefa örneği göstererek 1454-1481 yılları arasında şehirde 27 yıl valilik yapan Osmanlı Padişahı Sultan II. Bâyezid Han’ın “Adlî Divanı”nı kültür hayatımıza kazandırdı. Yurt içindeki ve yurt dışındaki kütüphanelerden temin edilen yazma nüshalardan faydalanılarak ilk defa günümüz Türkçesiyle yayına hazırlanan “Amasya’ya Vali Osmanlı’ya Padişah Bir Şâir: Adlî” isimli kitapta; ‘Divan’ın tahlili yapılırken, “Adlî” mahlâsıyla şiirler yazan Bâyezid Han’ın hayatı, şahsiyeti, şiirdeki üslûbu ve eserleri anlatılıyor.

İNGİLTERE’DE TESPİT EDİLDİ
Doç. Dr. Yavuz Bayram’ın titiz çalışmalarıyla ortaya çıkan 436 sayfalık eser, araştırmacılar için bir başucu eseri niteliği taşıyor. Kitapta, ilk defa 1891 yılında, eski harflerle, matbu ve bazı şiirleri eksik olarak basılan ‘Adlî Divanı’nın İngiltere Milli Kütüphanesinde tespit edilen en sağlam nüshasının orijinal resimlerine de yer veriliyor. Eserin takdiminde Amasya’yı 15. yüzyılda önemli bir kültür merkezi haline getiren Sultan II. Bâyezid Han’ın şairlik yönünü de tanıtmayı amaçladıklarını belirten Vali M. Celalettin Lekesiz, araştırmacılara ve öğrencilere kolaylık sağlaması adına şiirlerin tahlil edilmiş biçimiyle yayınlandığını ifade etti.

Çeyrek asırlık şenlik

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın bu yıl 25.’sini düzenleyeceği “Çocuk Şenliği” gün sayıyor. “Değişim”... temasıyla yola çıkan şenlik, 13-23 Nisan tarihleri arasında yapılacak. Şenlik kapsamında, yurt içi ve dışından tiyatroların da katılımıyla kukla, illüzyon, çizgi roman, karikatür, hip-hop, pantomim, oyuncak tasarımı, drama, çizgi animasyon, müzik, resim ve dans gibi sanat faaliyetleri düzenlenecek.Etkinlikler Şehir Tiyatroları’nın Kadıköy Haldun Taner, Ümraniye, Kağıthane Sadabat ve Kağıthane Küçük Kemal Çocuk Tiyatro Sahnelerinde gerçekleştirilecek. Şenlik, 13 Nisan’da Kadıköy Meydanı’ndaki programla başlayacak. Sırbistan, Danimarka ve Türkiye ortak projesi “Mucize” isimli oyunun sahneleneceği şenlikte, Şehir Tiyatroları, kukla ve gölge oyunlarının da bulunduğu renkli bir programla çocukların karşısına çıkacak.

Life dergisinin 7 milyon fotoğrafı internette

1850'li yıllardan günümüze uzanan geniş bir yelpazeyi kapsayan fotoğrafları "life.com" sitesinde bulmak mümkün.
1850'li yıllardan kalma nadir fotoğraflar da güncel haberlerin görüntüleri de sitede yer alıyor.
Life Dergisi Editörü Bill Shapiro "Aslında bu internet sitesi sayesinde her isteyen istediği zaman istediği fotoğrafa bakabilecek. Dergi size ulaştığında editörler neyi görmenizi istiyorsa ancak onu görebiliyorsunuz. Ama şimdi arşivlerin kapıları sonuna kadar açıldı ve siz kendi başınıza 7 milyon fotoğrafı görebilirsiniz" diyor.
Site kullanıcıları, aynı zamanda kendi albümlerini yaratıp, sosyal paylaşım sitelerine link gönderebiliyor ve hatta diledikleri fotoğrafları satın alabiliyor.

Tuluyhan Uğurlu 'Aya İrini Müzesi'nde

Piyano virtüozu Tuluyhan Uğurlu, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı dolayısıyla Aya İrini Müzesi'nde konser verecek.
Yapılan açıklamaya göre, ''21. Yüzyılın Işık Çocukları'' adı verilen konser için özel olarak hazırlanan görsel gösteride, dünyanın yaşadığı çevresel değişimler ve insanlığın binlerce yıldır doğaya verdiği zararlar anlatılacak.
Konserin finalinde sahneye çıkacak çocuk korosu, ''Bu Toprağın Çocukları'' isimli çevre içerikli şarkıyı seslendirecek.
Konserin geliri, Bolluca Çocukevi'ne bırakılacak.

"Zela Savaşı" NTV'ye kapak oldu

NTV yayın grubunca çıkarılan NTV Tarih Dergisi, bu ayki sayısında Tokat'ın Zile ilçesinde Roma İmparatoru Julius Sezar'ın Pontus asıllı 2. Farnakes'i yendiği ve daha sonra ünlü ''Veni, vidi, vici (Geldim, gördüm, yendim)'' sözünü söylediği savaşı kapak yaptı.
Tarihi kayıtlarda Zile'de yapıldığı belirtilen ve dünya tarihinde önemli yer tutan Zela Savaşı'nın yeriyle ilgili çeşitli araştırmalar yapıldı.
NTV tarih grubundan ilçeye gelen arkeolog, savaş tarihçisi ve tarih araştırmacılarının bir hafta boyunca ilçede yaptığı araştırmaların sonucu ile Zela Savaşı'na derginin bu ayki sayısında yer verildi.
Ekipte yer alan tarihçi tur operatörü Serhan Güngör, Zela Savaşı'nın iyi tanıtılması ve turizm altyapısının tamamlanması durumunda Zile'nin Türkiye'nin tanıtımında marka bir tarihi kent olacağını belirterek, ''Bu kent dünyanın başka bir bölgesinde olsaydı şehre girilirken para alınırdı'' dedi.
Zile Belediye Başkanı Lütfü Vidinel ise NTV Tarih Dergisi'nin ülkenin en elit tarih dergilerinden olduğunu ifade ederek, Zile'nin manşet olmasının ilçe turizmi açısından çok önemli bir gelişme olduğunu söyledi.
Vidinel, şunları kaydetti:
''Zela Savaşı'nın yeri hakkında daha önce de birtakım spekülasyonlar çıkmıştır. Sezar'ın ünlü 'Veni, vidi, vici' sözünü başka yerlere mal etmek isteyenlere bu bilimsel makale iyi bir cevap olmuştur. Zile tanıtımında Zile evleri, kalesi, camileri, ören yerleri ve efsanelerinin yanı sıra Zela Savaşı ve Sezar'ın slogan olan sözü önemli yer tutmaktadır. Zile sadece ülkemiz için değil tüm dünya için önemli bir tarih kentidir.''

ZELA SAVAŞI
Tarihi kaynaklarda, Roma İmparatoru Julius Sezar'ın, Pontus Kralı VI. Mitridates'in oğlu II. Farnakes ile Zela'da (Bugünkü Tokat'ın Zile ilçesi Altıağaç mevkisi) çok kanlı bir savaş yaptığı belirtiliyor.
İki tarafın da büyük kayıplar verdiği savaşı Roma İmparatoru Sezar'ın kazandığı, bunun üzerine dünyaca ünlü ''Veni, vidi, vici (Geldim, gördüm, yendim)'' sözünü söyleyerek durumu Roma'ya bildirdiği ifade ediliyor.
Sezar, Zile'de kaleye taş bir kitabe yaptırarak dünyaca ünlü bu sözünü yazdırıyor.

Safa Önal’ın son kitabı okucuyla buluşuyor

İş Bankası Kültür Yayınları, Türk sinemasının en önemli senaristlerinden biri olan Safa Önal’ı ağırlıyor. Yazdığı 4 yüzü aşkın senaryo ile sinemanın altın çağına damgasını vuran Safa Önal, Nehir Söyleşiler Dizisi’nde sinema serüvenini anlatıyor. İş Bankası Kültür Yayınları “Nehir Söyleşiler” kapsamında unutulmaz Yeşilçam filmlerinin senaristi Safa Önal’ın sinema tutkusunu “Ne Kadar Gamlı Bu Akşam Vakti-Safa Önal Kitabı” ile okuyucularıyla buluşturuyor.
Yazdığı 4 yüzü aşkın senaryoyla Guinnes Rekorlar Kitabı’na giren usta senarist ve yönetmen Önal ile söyleşiyi gazeteci Yasemin Arpa gerçekleştirdi.
Hakkında “sinemanın kazancı ama edebiyat dünyasının kaybıdır” yorumu yapılan Safa Önal’ı sinemanın büyüsü onu kendine öyle bağlamış ki, insana, “böyle hayatlar yaşanabilir ve bunlar böyle anlatılabilir mi, olabilir mi böyle şey” duygusu yaşatan anılarında geçen 768 ismin büyük çoğunluğu, yine o dünyadan, sinemadan.
Yasemin Arpa’nın sorularını cevaplayan Safa Önal kitapta, sinemayla geçen hayatının önemli dönüm noktalarını okuyucu ile paylaşıyor.

IRCICA Hat Yarışması hattatları bekliyor

İslam, Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi'nce (IRCICA) düzenlenen '8. Milletlerarası Hat Yarışması'na başvurular başladı.

Klasik İslam hat sanatının yaşatılması ve geliştirilmesi amacıyla ilk olarak 1986 yılında merhum Hamid Aytaç adına düzenlenen yarışma bu yıl Suriyeli hattat Muhammed Bedevi el-Dirani adına gerçekleştirilecek. Son kayıt tarihi 30 Ekim 2009 olarak belirlenen yarışmada eserler ise 28 Şubat 2010'a kadar kabul edilecek.

Ali Emiri, kapılarını Yalçıntaş ile açıyor

Türk ilim, kültür ve siyaset dünyasının önde gelen isimlerinden Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, akademik hayatının 50. yılını İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ ve İstanbul İktisatçılar Derneği tarafından düzenlenen özel bir etkinlikle kutlayacak.

Yalçıntaş'ın hayatından kesitlerin sunulacağı program, 11 Nisan Cumartesi günü Fatih'teki Ali Emiri Efendi Kültür Merkezi'nde saat 14.00'te başlayacak. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de katılacağı program, açılış konuşmalarının ardından Ahmet Ünal'ın yapımcılığını gerçekleştirdiği belgesel film gösterimi ile devam edecek. Oturum başkanlığını Prof. Dr. Süleyman Yalçın'ın yaptığı açık oturumda ise Hasan Celal Güzel, Ali Coşkun, Saadet Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Numan Kurtulmuş ve Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Akgündüz konuşmacı olarak yer alacak. Programın son bölümünde ise dostları ve talebeleri, Nevzat Yalçıntaş'la ilgili hatıralarını anlatacak. Fatih'te Emniyet Müdürlüğü binasının arkasında yapılan Ali Emiri Efendi Kültür Merkezi de ilk defa bu program ile İstanbullulara kapılarını açacak.

Fransa ile aramızdaki buzlar Türkiye Mevsimi'nde eriyecek

Türkiye, 1 Temmuz'da başlayıp 9 ay sürecek "Fransa'da Türkiye Mevsimi"nde kültür-sanat etkinlikleriyle Fransa'ya konuk olacak. Etkinlikler, AB'ye giriş sürecinde yara alan iki ülke ilişkilerinin düzelmesi için de bir fırsat.

Ülkemizin Avrupa Birliği üyeliğine karşı çıkan Fransa ile Türkiye arasındaki ilişkiler son günlerde önemli ölçüde yara aldı. İlişkilerin tekrar iyileşmesi için iki ülkenin de önünde oldukça önemli bir fırsat var. 1 Temmuz 2009-31 Mart 2010 arasındaki 9 aylık süreçte gerçekleşecek "Fransa'da Türkiye Mevsimi"nde Türkiye, 400'ü aşkın etkinlikle Fransa'nın konuğu olacak. Türkiye'nin kültür ve sanatın farklı disiplinlerindeki üretimi, Fransa'nın dört bir yanında tanıtılacak. Fransa'da Türkiye Mevsimi'ne büyük önem veren Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ile birlikte büyük bir sergi açılışı gerçekleştirecek. Mevsimin Türkiye Komiseri ve İstanbul Kültür Sanat Vakfı Genel Müdürü Görgün Taner, bu çalışmaların Türkiye'nin kendini Fransa kamuoyuna anlatması açısından önemli olduğunu vurgulayarak, Türkiye'nin AB yolculuğundaki olumsuzlukları da kıracağını söylüyor.

Etkinliklerin organizasyonunu her iki ülkenin Dışişleri ve Kültür bakanlıklarından temsilcilerin katılımıyla oluşturulan 'Karma Organizasyon Komitesi' yürütüyor. Çalışmalarına 2008 Şubat'ından beri devam edilen mevsim için yapılan proje başvurularından 400'e yakını kabul edildi. Etkinliklerin ülkenin tüm renklerini açığa çıkaracak nitelikte olduğunu söyleyen Görgün Taner, "Önemli olan kendimizi doğru anlatabilmek, önyargıların kırılmasını sağlayarak, Türkiye'ye daha objektif gözlerle yaklaşılmasını kolaylaştırmak." diyor. Görgün Taner, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katkısı konusunda özellikle Fransa kamuoyunda soru işaretleri bulunduğunu, bu etkinlikle Avrupa kültürüne katkımızın ne olacağının altını çizmek istediklerini söylüyor. Taner, Mevsim çerçevesinde Fransa'dan Türkiye'nin birçok iline basın ziyaretleri gerçekleşeceğini ve ekonomi alanında da iki ülke arasında çok büyük çıkarma yapılacağını ifade ediyor.

Gül ile Sarkozy buluşacak

Mevsimin diğer bir önemi de iki ülke cumhurbaşkanlarını buluşturacak olması. 11 Nisan'da etkinliğe destek vermeleri için işadamlarıyla toplantı yapacak olan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve her defasında Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkan Sarkozy, 8 Ekim'de Mevsim kapsamında bir araya gelecek ve Paris'in ünlü sanat mekânı Grand Palais'deki İstanbul temalı sergiyi birlikte açacak. Etkinlik kapsamında şu ana kadar yapılan çalışmalarda Ermeni diasporası da hiçbir zorluk çıkarmamış, aksine önemli yardımlarda bulunmuş. Özellikle Ermeni diasporasının yoğun yaşadığı Marsilya ve Lyon gibi kentlerde belediyeler çalışmalara büyük katkı sağlıyor. Görgün Taner, bu durumu şöyle ifade ediyor: "Lyon Belediye Başkan Yardımcısı Kepenekyan, bize destek olacağını söyledi ve projeler için yer temin etti. Türkiye'nin yaptığı açılımlar, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Ermenistan ziyareti, içinde bulunduğumuz konjoktür itibarıyla olumlu adımlar."

Etkinlik programı çok renkli Mevsim'in açılış etkinlikleri kapsamında Paris'in ünlü Trocadéro Meydanı'nda düzenlenecek Mercan Dede ve Anadolu Ateşi gösterileri, Louvre Müzesi'ne bağlı Tuilleries bahçelerinde açılacak 'Türk Kahvesi', Grand Palais'deki 'İstanbul' temalı sergi, Eiffel Kulesi'nin Türkiye renkleriyle ışıklandırılması, Louvre Müzesi'nin ev sahipliği yapacağı, 'Topkapı Sarayı Müzesi Kumaş Koleksiyonu Kaftanları' sergisi, Ara Güler Retrospektifi, Erik Truffaz-İlhan Erşahin Quartet Turnesi, Bordeaux-Aquitaine ve Montpellier Ulusal Orkestraları'nın Gülsin Onay, Hüseyin Sermet, Ferhan-Ferzan Önder gibi Türkiye'nin klasik müzik alanındaki önemli solistlerini ağırlaması da dikkat çeken etkinliklerinden birkaçı.

Clicky Web Analytics