18 Nisan 2009 Cumartesi

Altın Laleler sahiplerini buldu

Altın Lale Uluslararası Yarışma Ödülü Pablo Larraín’in yönettiği 'Tony Monero' adlı filme verilirken, ulusal yarışmada ise ödülü Aslı Özge’nin yönettiği 'Köprüdekiler' filmi aldı.
AKBANK sponsorluğunda düzenlenen 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin Altın Lale ödülleri 18 Nisan Cumartesi gecesi Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’ndaki Kapanış Galası ve Ödül Töreni’nde sahiplerini buldu.
ALTIN LALE ULUSLARARASI YARIŞMA
Ödül "Baskıcı bir siyasal rejim altında yaşamın gayet özgün bir manzarasını çizdiği; şaşırtıcı ve çarpıcı, eğlenceli ve dokunaklı olduğu için" Pablo Larraín’in yönettiği “TONY MANERO” adlı filme;
JÜRİ ÖZEL ÖDÜLÜ’nü, "alışılmadık öyküsü ve kara, kapkara mizah anlayışıyla başından sonuna kadar insanı güldüren o ender filmlerden olduğu için" Ian Fitzgibbon’ın yönettiği "A FILM WITH ME IN IT / BU FİLMDE BEN VARIM" adlı filme verildi.
ALTIN LALE ULUSAL YARIŞMA
ALTIN LALE EN İYİ FİLM Ödülü Aslı Özge’nin yönettiği "KÖPRÜDEKİLER" filmine,
EN İYİ YÖNETMEN Ödülü’nü "Uzak İhtimal" filmiyle MAHMUT FAZIL COŞKUN’a verildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, bu filmlerin yönetmenlerine 50.000’er TL para ödülü verecektir.
EN İYİ KADIN OYUNCU Ödülü, "Pandora’nın Kutusu" filmindeki rolüyle DERYA ALABORA’ya,
EN İYİ ERKEK OYUNCU Ödülü, "Uzak İhtimal" filmindeki rolüyle NADİR SARIBACAK’a verildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, kazananlara 10.000’er TL para ödülü verecektir.
EN İYİ SENARYO Ödülü, "Uzak İhtimal" filmi ile TARIK TUFAN, GÖRKEM YELTAN, BEKTAŞ TOPALOĞLU’na,
EN İYİ GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ Ödülü, "Süt" filmiyle ÖZGÜR EKEN’e,
EN İYİ MÜZİK Ödülü, "Ali’nin Sekiz Günü" filmiyle NAİL YURTSEVER’e,
JÜRİ ÖZEL Ödülü, Pelin Esmer’in yönettiği "11’E 10 KALA" filmine verildi.
AVRUPA KONSEYİ SİNEMA ÖDÜLÜ "FACE"
"Sinemada İnsan Hakları" bölümünde gösterilen filmlerin değerlendirilmesi sonucu; FACE Ödülü’nü, "bugünün gelişen dünyasında yerli halklara ve azınlıklara saygı göstermenin önemli olduğu mesajını veren filmde, değişen bir toplumun çektiği güçlükleri iyi kurgulanmış bir öykü aracılığı ile anlattığı" için Marco Bechis’in yönettiği "BIRDWATCHERS / KIRMIZI ADAMLARIN TOPRAĞI" adlı filme verildi. "Bu yapıt diğer sinemacıları da özgün ve yaratıcı öyküler aracılığı ile insan haklarını ele almaya heveslendirecektir" denildi.
Jüri ayrıca, "Dinsel hoşgörüsüzlük ve mezhepler arası çatışma gibi hassas konuları cesaretle ele aldığı, korkunç sonuçları gösterirken, insanların seçimler yapabileceğini ortaya koyan bir umut mesajı ilettiği” için Nandita Das’ın yönettiği "FIRAAQ" adlı filme JÜRİ ÖZEL Ödülü vermeye karar verdi.
ULUSLARARASI FİLM ELEŞTİRMENLERİ BİRLİĞİ ÖDÜLÜ
Uluslararası Yarışma’da FIPRESCI Ödülü Semih Kaplanoğlu’nun yönettiği "SÜT" filmine; Ulusal Yarışma’da FIPRESCI Ödülü’nü Onat Kutlar anısına, Reha Erdem’in yönettiği "HAYAT VAR" filmine verildi. ONAT KUTLAR anısına verilen bu ödülün sahibine bir sonraki filminde kullanılmak üzere, EFES PİLSEN tarafından 30.000 USD tutarında para ödülü verildi.
Açıklamada, “Ödüle layık görülen her iki film de baktıkları dünyanın deneyimlerini ele alırken ayaklarını sağlam bir şekilde yere basıyor, ancak gerçekliğin dönüştürülebileceğini ve arzularla ütopyalar diyarının sınırlarını ihlal edebileceğini de itiraf ediyorlar. Her iki yarışmada gördüğümüz tüm filmler arasında Semih Kaplanoğlu’nun SÜT ve Reha Erdem’in HAYAT VAR adlı filmleri, Yeni Türk Sineması’nın uzak ara en iyi temsilcilerinden olmakla birlikte benmerkezcil ya da tutsak bir sinemayı temsil etmiyor, evrensel sinema estetiğinin sınırlarını genişletirken insan yaşamının en temel sorularına ışık tutuyorlar” denildi.

RADİKAL HALK ÖDÜLÜ
Festival izleyicilerinin oylarına dayanılarak verilen Radikal Halk Ödülü; Uluslararası Yarışma’da Semih Kaplanoğlu’nun yönettiği "SÜT", Ulusal Yarışma’da Aydın Bulut’un yönettiği "BAŞKA SEMTİN ÇOCUKLARI"na verildi.
KÖPRÜDE BULUŞMALAR - UZUN METRAJLI FİLM...
Uzun Metrajlı Film Projesi Geliştirme Atölyesi Ödülü Hüseyin Karabey’in "SESİME GEL!" adlı projesine verildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı, seçilen projenin sahibine 10.000 USD değerindeki geliştirme desteği verdi.
19 Nisan Pazar günü, Beyoğlu Sineması’nda 13.30 seansında Altın Lale Ulusal Yarışma Ödülü’ne layık görülen "Köprüdekiler"; 21.30 seansında ise Altın Lale Uluslararası Yarışma Ödülü’nü kazanan "Tony Manero" adlı film gösterilecek.

2009 TUDEM Edebiyat Ödülleri Şiir Yarışması

A . YARIŞMANIN AMAÇLARI
1. İlköğretim çağındaki çocuklarda estetik duygular uyandıracak, düşünsel, duygusal çağrışım ve coşku yaratacak yeni şiirleri çocuk edebiyatına kazandırmak. Çocuk şiirlerinin iyi örneklerini sunmak.
2. Türkçenin güzel ve sanatsal kullanımını sergilemek, çocuklarımıza dilimizin
varsıllığını göstermek.
3. Çocuk şiirlerinde edebi düzeyi yükseltmek.
4. Şiir alanında ürün vermek isteyen yeni şairlere, seslerini duyurma olanağı sağlamak.

B. YARIŞMAYA KATILIM ŞARTLARI
1. Yarışma herkese açıktır.
2. Konu ve şekil serbesttir.
3. Şair, yarışmaya birden fazla şiir dosyasıyla katılabilir. Yarışmaya gönderilen şiir dosyası ortak imzalı olabilir.
4. Yarışmaya Tudem Yayınları çalışanları ile seçici kurul üyeleri ve onların birinci dereceden yakınları katılamaz.
5. Katılımcılar, şartname koşullarını kabul etmiş sayılır.

C. YARIŞMAYA KATILACAK YAPITLARIN NİTELİKLERİ
1. Yarışma dili Türkçedir.
2. Şiirler kurgu, anlatım, imgeler bakımından 8 - 12 yaş grubundaki çocuklara yönelik olmalıdır.
3. Yarışmaya gönderilen şiir dosyaları, hiçbir yerde tamamen veya kısmen yayımlanmamış olmalı ve başka bir yayınevi ile yayımlanmak üzere bağlayıcı sözleşmeye tabi olmamalıdır.
4. Gönderilecek şiir dosyası, en az 30 en çok 50 A4 sayfası olmalıdır. Şiirler, fontu Times New Roman, puntosu 12 olacak şekilde düzenlenmelidir.
5. Yapıtlar özgün olacak, herhangi bir yapıtı çağrıştırmayacak, bir yapıttan kopya bulundurmayacaktır.
6. Özgün olmadığı seçici kurulca belirlenen yapıtlar değerlendirme dışı tutulacaktır.
7. Özgün olmadığı, ödüllendirme aşamasından sonra belirlenen yapıtların yazarları, aldığı ödülü % 25 fazlasıyla iade etmeyi, bu şartnamedeki taahhütnameyi imzalamakla kabul etmiş sayılır. Özgün olmadığı belirlenen eser sahibi, üçüncü kişilerce açılacak her türlü davanın muhatabı sayılacaktır.
8. Ödül almadığı halde yayımlanan bir yapıtın özgün olmadığı belirlenirse yazarı, Tudem’in uğramış olduğu zararı tazminle yükümlüdür.
9. a) Yapıt, 7 (yedi) kopya olarak çoğaltılacak ve her kopyası dosyalanacak, metnin dijital kopyası ile birlikte teslim edilecektir.
b) Yazar, yarışma gönderdiği yapıtın her kopyasına ve CD kaydına, bir rumuz
verecektir. Rumuz anlamlı veya anlam taşımayan sayı ve harflerden, 5 (beş)
karakterle oluşacak şekilde belirlenebilir.

D. YAPITLARIN TESLİMİ
1. Yapıtın kopyalarında, CD kaydında ve zarfların üzerinde, yazarın kimliğine ilişkin, C bölümü 9. madde b bendinde sözü edilen rumuz dışında hiçbir yazı veya işaret bulunmayacaktır.
2. Yarışmaya katılanlar şartnamede verilen kimlik formu ve taahhütnameyi eksiksiz doldurur, imzalar. Bir sayfayı geçmeyecek kısa özgeçmişini de ayrı bir zarfa koyarak kapatır. Kimlik formu ve taahhütname, CD kaydı ile kısa özgeçmişin yeraldığı zarf, ayrı bir zarfın içine koyularak kapatılır. Zarfın üzerinde, sadece rumuz ve yapıtın adı yazacaktır.
3. Yarışmaya gönderilen yapıtın birden fazla yazarı varsa, her yazar D bölümü 2. maddede belirtilen kimlik formu ve taahhütnameyi ayrı ayrı doldurup imzalar ve kısa özgeçmişlerini de ekler.
4. Yapıt, çoğaltılmış ve dosyalanmış 7 (yedi) kopya, bir adet CD kaydı ve D bölümü 2. maddede belirtilen zarf ile birlikte teslim edilir.
5. Yapıt 31 Temmuz 2009 saat 17:00′ye kadar Tudem Yayınları Cumhuriyet Bulvarı No: 302 / 501 Alsancak - İZMİR adresine elden teslim edilecek ya da iadeli taahhütlü posta veya kargo ile gönderilecektir. Kargo ve postadaki gecikmeler dikkate alınmayacaktır.
6. İnternet yoluyla yapılacak gönderiler kabul edilmeyecektir.

E. YAPITLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
1. Yarışmaya gönderilen dosyalar ödül kazansın kazanmasın geri verilmez.
2. Yarışmaya gönderilen yapıtlar şartnameye uygunluk açısından (şekil şartı) kontrol edilir.
3. Ön seçici kurul tarafından şartnameye uygun bulunan eserler seçici kurula gönderilir.
4. Seçici kurul tarafından her eser 100 (yüz) üzerinden puanlanır. Gizli olarak verilen puanlar, tüm seçici kurul üyeleri ve yarışma koordinatörünün katılımıyla yapılacak toplantıda değerlendirilmek üzere görüşülür. Eşit puan almış eserler yeniden değerlendirilip sıralama yapılır
5. Yarışma koordinatörü, seçici kurulun doğal üyesidir.
6. Seçici kurul, ödüle değer yapıt bulmazsa ödül vermez.
7. Değerlendirme işlemleri 1 Ekim 2009 tarihine kadar sonuçlandırılacaktır.

F. SONUÇLARIN AÇIKLANMASI VE ÖDÜLLER
1. Yarışma sonuçları en geç 15 Ekim 2009 tarihinde basın yayın yoluyla duyurulacaktır.
2. Ödül töreni TÜYAP 28. İstanbul Kitap Fuarı’nın ilk günü yapılacaktır.
ÖDÜLLER
BİRİNCİLİK ÖDÜLÜ 5.000 YTL
İKİNCİLİK ÖDÜLÜ 4.000 YTL
ÜÇÜNCÜLÜK ÖDÜLÜ 3.000 YTL
MANSİYON
1.000 YTL
SEÇİCİ KURUL
Ataol Behramoğlu
Ayla Çınaroğlu
Kemal Özer
Mustafa Ruhi Şirin
Ülkü Tamer
YARIŞMA KOORDİNATÖRÜ
Mavisel Yener

G. YAPITLARIN YAYIMLANMASI
1. Yarışmaya katılan tüm yapıtların yayın hakkı, yarışma tarihinden itibaren bir yıl süre ile Tudem Eğitim Hizmetleri San. Tic. AŞ’ye ait olacaktır.
2. Ödül kazanan yapıtların yayın hakkı ise beş (5) yıl süre ile Tudem Eğitim Hizmetleri San. Tic. AŞ’ye devredilmiş olup eserin yayımlanmasına karar verilmesi halinde, taraflar arasında yayımcının sorumlulukları ile yazarın haklarını düzenleyen bir telif hakkı devri sözleşmesi imzalanacaktır.
3. Tudem, şiir dosyalarındaki şiirler arasından, ödül alsın ya da almasın seçki yapabilir.

“İsimsiz Kahramanlar” Cannes Film Festivali’nde yarışacak

Quentin Tarantino’nun Türkiye sinemalarında 21 Ağustos 2009′da gösterilmeye başlanacak filmi Mayıs ayında gerçekleştirilecek festivalin yarışmalı bölümüne katılacak.
Quentin Tarantino’nun destansı filmi “İsimsiz Kahramanlar-Inglorious Basterds”, Fransız Riviera’sının yolunu tutmaya hazırlanıyor.
Konusu Nazi işgali altındaki Fransa’da geçen ve başrolünü Brad Pitt’in oynadığı film, Cannes Film Festivali’nde yarışması için davet aldı. Fransa’da düzenlenen film festivalinin gözde isimlerinden olan Tarantino’nun bu teklifi kabul ettiği ve Weinstein Co. ile Universal Pictures yetkililerine Mayıs ayındaki dünya prömiyeri için filmin hazır olacağını söylediği bildiriliyor.
Nazilere karşı mücadele eden bir grup Amerikalı ve Yahudi askerin öyküsünü anlatan film, Kuzey Amerika ve Türkiye sinemalarında 21 Ağustos’ta gösterime girecek.
Tarantino, 1994 yılında “Pulp Fiction” ile Cannes Festivali’nde Altın Palmiye ödülü kazandıktan sonra Hollywood’un en çok talep gören yönetmenlerinden birisi olmuştu.
“Pulp Fiction”un başarısından 10 yıl sonra Tarantino 2004′te festival jürisi başkanlığını yaptı. O yıl imzasını attığı “Kill Bill” adlı filmi yarışmaya katılmadı ama festivalin final gecesinde 3 saatlik versiyonuyla izleyici karşısına çıktı. Ayrıca “Death Proof”, 2007 yılında yarışmaya katılırken Tarantino’nun kariyerindeki ilk filmi “Reservoir Dogs” ta 1992 yılında yarışma dışı gösterildi.
Bu yılki Cannes Film Festivali 13 - 24 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşecek.

TARANTINO’NUN “İSİMSİZ KAHRAMANLAR-INGLORIOUS BASTERDS”İ…
Çekimleri Almanya’da yapılan “İsimsiz Kahramanlar-Inglorious Basterds”in oyuncu kadrosunda Brad Pitt, Diane Kruger, Melanie Laurent, Eli Roth, Samm Levine, Daniel Brühl, Christoph Waltz’ın başını çektiği isimler yer alıyor.
“İsimsiz Kahramanlar-Inglorious Basterds”in bir başka özelliği de, Tarantino’nun Oscar adayı kurgucu Sally Menke, Oscar ödüllü görüntü yönetmeni Bob Richardson ve prodüksiyon tasarımcısı David Wasco ile yeniden işbirliği yapmış olması… Bu filmde Tarantino’nun ekibine ilk kez katılan yeni isim ise, Oscar adayı kostüm tasarımcısı Anna Sheppard oldu.
Filmin konusu kısaca şöyle:
Alman işgali altındaki Fransa’da Shosanna Dreyfus (Melanie Laurent), ailesinin Nazi albayı Hans Landa (Christoph Waltz) tarafından katledilmesine tanık olur. Katliamdan kılpayı kurtulan Shosanna, Paris’e giderek yeni bir kimlik edinir ve sinem salonu sahibi ve işletmecisi olarak yeni bir hayata başlar.
Öte yandan Teğmen Aldo Raine’in (Brad Pitt) önderliğindeki bir grup Yahudi askeri, Avrupa’nın çeşitli noktalarında önceden belirlenmiş hedeflere yönelik intikam faaliyetlerine başlamıştır. Düşmanları tarafından “The Basterds” adıyla bilinen ve üçüncü Reich liderlerini ele geçirme misyonunu yüklenen Raine’in intikam timine Alman kadın oyuncu ve gizli ajan Bridget Von Hammersmark da (Diane Kruger) katılır. Shosanna’nın kendisine ait bir intikam planını bir sinema salonunda yürürlüğe koymasıyla birlikte hepsinin kaderi aynı noktada kesişecektir.

`Freshtival` 30 Mayıs`ta, İstanbul Modern Otoparkta

Yükselen alternatif ve yenilikçi sahne performanslarının yer bulacağı Miller`ın düzenlediği, müzik festivali `Freshtival` 30 Mayıs 2009 tarihinde İstanbul Modern`in açık otoparkında gerçekleşecek.
Yükselen alternatif ve yenilikçi sahne performanslarının yer bulacağı Miller`ın düzenlediği, müzik festivali `Freshtival` 30 Mayıs 2009 tarihinde İstanbul Modern`in açık otoparkında gerçekleşecek.
Müzik severlerin ruhunu tazeleyecek Freshtival`a Amy Winehouse`un tahtına aday gösterilen vokal tekniği ile liste fatihi Gabriella Cilmi`nin yanı sıra, son dönemin adından en çok söz ettiren isimlerinden Friendly Fires ve yeni albümlerinden şarkıları da seslendirecek olan Portheco gibi gruplar da müzik severlerlerle buluşacak.
Müzik ve sanat gurularının gizli keşifleri olan ve bu alanda adını yeni duyurmaya başlamış yerli ve yabancı sanatçıların yer alacağı festivalde ayrıca; film, fotoğraf, moda tasarımı alanlarında müzik konseptli performanslar sergilenecek.
Genç yeteneklerin sahne alacağı ve dolu dolu geçecek festivalde; Miller Music Factory yarışmasının genç yeteneklerinin performansları ile, Türkiye`ye ilk kez gelecek dünyaca ünlü gruplar yer alacak. Konserlerin ardından DJ performanslar, after party`de gecenin geç saatlerine kadar devam edecek.
Müziğin ve yeniliklerin öncüsü Miller tarafından düzenlenecek olan müzik festivali `Freshtival`,ın müzik severlere unutulmayacak bir ziyafet sunacak olan headliner`ı, Avusturalyalı genç yetenek Gabriella Cilmi. Türkiye`ye ilk defa gelecek olan ve `Sweet about Me` isimli çıkış single`ı ile müzik listelerinin üst sıralarından inmeyen Cilmi, genç yaşına rağmen Freshtival`a damgasını vuracağa benziyor. Freshtival`ın bir diğer süprizi ise, son zamanların en iyi çıkış yapan ingiliz müzik gruplarından biri Friendly Fires. Festivalde Türkiye`den sahne alacak olan grup ise geçtiğimiz günlerde yeni albümleri Studio Plastico ile bir kez daha gönülleri fethetmeyi başaran Portecho.

Krizde kitap fuarına daha çok yayınevi katıldı

İzmirli kitapseverlerin bir yıllık hasreti sona erdi. TÜYAP Tüm Fuarcılık AŞ ve Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından düzenlenen ve dokuz gün boyunca Ege`nin gündemine kitabı taşıyacak İzmir Kitap Fuarı, dün on dördüncü kez kapılarını kitapseverlere açtı.
Her yaştan binlerce kitap kurdu yaşanan ekonomik krize rağmen, resmi açılışı beklemeden fuara akın etti. Bu yılki teması `kitaba yolculuk`, onur konuğu da İzmirli yazar ve yayıncı Tarık Dursun K. olan fuarın resmi açılışı, aralarında Füruzan, Mustafa Şerif Onaran`ın da bulunduğu çok sayıda yazar-şair ve kitapseverin katıldığı bir törenle yapıldı. Fuarın açılışında konuşan TÜYAP Genel Koordinatörü yazar Deniz Kavukçuoğlu, tüm dünyayı etkileyen küresel kriz nedeniyle fuar öncesi katılımcı yayıncı sayısı konusunda endişeler taşıdıklarını fakat bu yıl katılımın yüzde 10 arttığını söyledi. Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Çetin Tüzüner de Türkiye`de yayıncılığın devlet desteğinden yoksun, amatör kişilerin çalışmalarıyla saygın hale geldiğini söyleyerek, Dünya Kitap Günü`nde anne ve babaların, çocuklarına kitap hediye etmesini istedi. Fuarın bu yılki onur konuğu İzmirli yazar ve yayıncı Tarık Dursun K. için hazırlanan gümüş anı plaketi, yazar Server Tanilli tarafından verildi. Ayrıca, TÜYAP`ın Tarık Dursun K. için hazırladığı `Tut Elimden İzmir` adlı kitabı da yazara takdim edildi. 26 Nisan`a kadar sürecek fuar, söyleşi, panel, şiir dinletisi ve çocuk etkinliklerine ev sahipliği yapacak.

17 Nisan 2009 Cuma

8. Alanya Belgesel Film Festivali 4 Mayıs'ta başlıyor.

Alanya Sinematek Derneği ve Belgesel Sinemacılar Birliği'nin Alanya Belediyesi, Alanya Ticaret ve Sanayi Odası, Alanya Tanıtma Vakfı, bazı tur operatörleri ve konaklama tesislerinin katkılarıyla düzenlediği 8. Alanya Belgesel Film Festivali 4 Mayısta başlayacak.
Festivalde, Alanya Ticaret ve Sanayi Odası Konferans Salonu'nda 24 yerli ve 24 yabancı olmak üzere toplam 48 film gösterilecek.
Yönetmen Rüya Arzu Köksal'ın ''Son Kumsal'' filmi ile başlayacak olan festivalde, ''Hayatın Ritmi'', ''Aksak'', ''Lilit'in Kızkardeşleri'', ''Ruanda'nın Çiçekleri'', ''Kızıma Dokunmayın'', ''Bir Bebek İçin Bir Öküz'', ''Hazır mısın? Everest'' gibi filmler de yer alıyor.
Festivalde kapsamında, 6 Mayıs Çarşamba günü, yönetmen Berrin Avcı Çölgeçen'in bir süre önce kaybettiğimiz belgesel film yönetmenlerimizden Süha Arın'ın anısına gerçekleştirdiği ''Bir Türkiye Sevdalısı; Süha Arın'' adlı filminin gösteriminin ardından ''Süha Arın ve Türkiye'de Belgesel Sinema'' konulu bir panel düzenlenecek. Panele, yönetmenler Berrin Avcı Çölgeçen, Hakan Aytekin, Hasan Özgen, Nuran Bayer, Savaş Güvezne ve Reha Arın katılacak.
Festival boyunca gösterilecek bütün filmler, her gün saat 11.00 ile 20.30 arasında Alanya Ticaret ve Sanayi Odası Konferans Salonu'nda ücretsiz olarak izlenebilecek.

Usta çizer Kaan Ertem ile İstanbul'da mizah

Çizdiği karikatürlerde genellikle şehir hayatı içinde sıkışıp kalmış insanları ve onların karışık ruh halini yansıtmayı tercih eden usta çizer Kaan Ertem, "Karikatür ve Mizah Söyleşileri" programına konuk oluyor.
Mizahseverlerin LEMAN, LİMON ve LEMANYAK dergilerinde çizdiği unutulmaz tiplemelerle tanıdığı Kaan Ertem, Cem Aytepe ile gerçekleştireceği söyleşide karikatür serüvenini ve hareketli şehir hayatının mizahı nasıl etkilediğini anlatacak.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi- Kültür Müdürlüğü tarafından düzenlenen, İBB Kültür A.Ş. tarafından organizasyonu yapılan program, 18 Nisan Cumartesi günü saat: 14.00'de Sultanahmet'teki tarihi Kızlarağası Medresesi (Türkiye Yazarlar Birliği)'nde gerçekleştirilecek.
Erkut Abi, Öğreten Adam ve Oğlu, Ezik şarkıcı Altuğ ve mizah dünyasının en marjinal tiplemesi olarak ünlenen Erdener Abi'ye çizgileriyle hayat veren Kaan Ertem'in konuk olacağı programa katılım ücretsizdir.

Edebiyat tarihine geçecek sahtekârlık

Yayın ve edebiyat dünyası eşi görülmemiş bir skandala sahne oldu. Nazan Bekiroğlu'nun Yûsuf ile Züleyha adlı kitabını kendi adıyla yayımlayan Şenol Koray Sakınmaz, 'Kitabımı çaldılar.' diyerek Bekiroğlu ve yayımcısı Timaş Yayınevi aleyhinde dava açtı.
Yayın ve edebiyat dünyası bugünlerde eşi görülmemiş bir skandalla çalkalanıyor. Bu kez skandalın adı korsan ya da intihal değil, kopya kitap. Şenol Koray Sakınmaz adlı bir kişi, günümüzün usta yazarlarından Nazan Bekiroğlu'nun 2000 yılında yayımladığı ve bugüne kadar 27 baskı yapan Yusuf ile Züleyha adlı kitabını 2006 yılında 'Züleyha' ismiyle ve kendi imzasıyla yayımlamış. Sakınmaz'ın kurduğu Akademi Kültür ve Sanat Yayıncılık'tan çıkan kitabın künyesinde Akademi ve Minik Serçe yayınevlerinden bugüne kadar beş baskıda 50 bin adet basıldığı yazıyor.
Skandalı geçtiğimiz günlerde yayıncısı Timaş'a gelen bir ihbar üzerine öğrenen Nazan Bekiroğlu, tam anlamıyla bir şok yaşadı. Olayı araştıran Timaş Yayınları'nın avukatları, Şenol Koray Sakınmaz'la görüştü. Bu görüşmede Sakınmaz, avukata 'nasıl böyle bir hata işlediğini anlamadığını, helalleşmek istediğini ve kul hakkına tecavüzden çok korktuğunu' söyleyerek konunun sulh yoluyla çözülmesini istedi. Ancak bu görüşmenin ardından Sakınmaz, 'kendi kitabını çaldıklarını' iddia ederek Timaş Yayınları ve Nazan Bekiroğlu aleyhine dava açtı. Bu dava ile Timaş yetkilileri ve Bekiroğlu ikinci bir şok yaşadı. Timaş Yayınları da açılan davaya karşı davayla karşılık verdi. Şenol Koray Sakınmaz açtığı davada Yusuf ile Züleyha'yı 1999 yılında yayıma hazırladığını ve Bakırköy 13. Noterliği'nden tasdik ettirerek yayınevlerine gönderdiğini iddia ediyor. Fakat iddia ettiği gibi eserin noterden tasdikli bir sureti dava dosyasında bulunmuyor.
Sakınmaz'ın sabıkası kabarık
Yayın dünyasını yakından takip edenler Şenol Koray Sakınmaz ismine yabancı değil. Sakınmaz yine bir ilke imza atmış ve gazetelere tiyatro oyuncusu Şahnaz Çakıralp'in kendi bastığı Çıplak Ayakla Yürümek adlı kitabıyla ilgili olarak 'satmayan kitap' ilanı vermişti. Çakıralp de kitap basıldıktan sonra Sakınmaz'ın kendisine ödemede bulunmadığını, yapacağı suç duyurusundan haberdar olup böyle bir yola başvurduğunu söylemişti. Aynı yayınevinden çıkan 'Kedi Yürüyüşü' adlı kitabın yazarı Derya Aydın da 'Kedi Yürüyüşü'nün üzerindeki bandrollerin başka bir kitap için alındığını öğrenmiş; bu durumu ortaya çıkarmasının ardından tehdit aldığını söyleyen yazar da Sakınmaz hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunmuştu.
Öte yandan Şenol Koray Sakınmaz'ın http://senolkoray.com adresli internet sitesindeki biyografisi de çelişkili ifadelerle dolu. Sakınmaz biyografisinde TED Koleji'nde eğitim gördüğünü ve İstanbul ve Boğaziçi üniversitelerinde öğretim üyeliği görevinde bulunduğunu iddia ediyor. TED Koleji böyle bir öğrencinin kayıtlarında yer almadığını söylüyor. YÖK kayıtlarında da Şenol Koray Sakınmaz adında bir doçent mevcut değil. Sakınmaz ayrıca Türkiye Yayıncılar Birliği (TYB) üyesi olduğunu iddia ediyor. TYB yetkilileri de böyle bir üyenin kayıtlarında bulunmadığını söylüyor. Bu iddiaları sormak için aradığımız Akademi Kültür Sanat Yayıncılık'ın telefonları cevap vermedi. Ayrıca kitapların üzerinde yer alan internet sitesi de aktif değil. Kopya kitabın üzerinde adı yazan Alfa Kitap da bu dağıtımı gerçekleştirmediklerini ifade ediyor.
'Yayıncılık alanında denetim sıklaştırılmalı'
Timaş Yayınları Genel Yayın Editörü Emine Eroğlu, bu olayda irdelenmesi gereken önemli meseleler olduğunu söylüyor. Eroğlu'na göre Türkiye'de yayınevi kurmak çok kolay. Birçok kişinin yayınevi kurup insanları mağdur edip ortadan kaybolabildiğine dikkat çeken Eroğlu, "Bir adam çalışan kadrosu bile olmadan bir yayınevi kuruyor, bir kitabı hırsızlama alıp basabiliyor." diyor. Nazan Bekiroğlu'nun böyle bir olayla muhatap olmaktan çok rahatsız olduğunu dile getiren Eroğlu, "Türkiye'de davaların uzun sürmesi ve çamur atıldığında izinin kalması tehlikesi bile onu incitiyor." ifadelerini kullanıyor. Eroğlu, yayınevleri ve bandrol konusunda gerekli düzenlemeler yapılmadığı takdirde Reşat Nuri Güntekin veya Oğuz Atay gibi ünlü isimlerin romanlarının bile başka bir kişinin adıyla yayımlanma ihtimali olduğuna dikkat çekiyor. Uzun yıllardır yayıncılık dünyasının içinde olan Eroğlu, böyle bir olayı ilk kez yaşadığını ifade ediyor.

Harry Potter ve Melez Prens

David Yates’in yönettiği ve Daniel Radcliffe, Rupert Grint, Emma Watson ile Julie Walters’in oynadığı Harry Potter ve Melez Prens (Harry Potter and the Half - Blood Prince)'in ülkemizde 17 Temmuz’da vizyona girmesi plânlanıyor.
Filmin konusu şöyle:
Voldemort Muggle, büyücüler dünyası üzerindeki baskısını arttırmaktadır. Hogwarts artık eskiden olduğu kadar güvenli bir yer değildir. Harry okul binasında bile tehlikeler olabileceğinden şüphelenmektedir. Diğer taraftan Dumbledore son mücadelesi için hazırlanmaktadır. Birlikte, Voldemort’un savunma hattını kırmanın yollarını ararlar. Bu amaçla, Dumbledore eski bir dostu ve meslektaşı olan, çok önemli bilgilere sahip olduğunu düşündüğü Profesör Horace Slughorn’u görevlendirir. Profesör iyi bağlantıları olan, iyi yaşamayı seven, saf bir insandır.
Bu arada, öğrenciler bambaşka bir rakibin kuşatması altındadırlar: Gençlik hormonları zirveye tırmanmaktadır. Harry, Ginny’ye gitgide daha çok aşık olmaktadır; ama Dean Thomas’ın da durumu aynıdır. Lavender Brown ise kendisi için doğru kişinin Ron olduğuna karar verir. Hesaba katmadığı şey ise Romilda Vane’in çikolatalarıdır! Diğer yandan Hermione da kıskançlıktan çatlamaktadır ama duygularını göstermemeye kararlıdır. Romantizm dallanıp budaklanırken, bir öğrenci tüm bunların dışında kalır. O, karanlık bir şekilde de olsa ismini hafızalara kazımayı kafasına koymuştur. Havada aşk kokusu vardır ama trajedi kapıdadır ve Hogwarts bir daha asla aynı olamayabilecektir.
“Harry Potter and the Half-Blood Prince/Harry Potter ve Melez Prens”i geçen yılın gişe devi “Harry Potter and the Order of the Phoenix/Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı”nı yönetmiş olan David Yates yönetecek. Filmin yapımcılığını ise, tüm Harry Potter David Heyman, David Barron’la birlikte gerçekleştirecek. Serinin ilk dört filminin senaryolarını kaleme almış olan Steve Kloves, bu filmin senaryosunu da J.K. Rowling’in kitabına dayanarak yazdı.
Warner Bros. Pictures, J.K. Rowling’in romanlarına dayanan Harry Potter serisinin sabırsızlıkla beklenen altıncı bölümü olan, Heyday Films yapımı “Harry Potter and the Half-Blood Prince/Harry Potter ve Melez Prens”i sunar. Bir kez daha başrol üstlenen Daniel Radcliffe, Rupert Grint ve Emma Watson, Lord Voldemort’un dönüşüyle yeni zorluklar ve tehlikelerle karşı karşıya kalan genç büyücüler Harry Potter, Ron Weasley ve Hermione Granger’ı canlandıracaklar. Filmde onlara Harry Potter oyuncu kadrosuna geri dönen Helena Bonham Carter, David Bradley, Robbie Coltrane, Warwick Davis, Tom Felton, Michael Gambon, Alan Rickman, Maggie Smith, Natalia Tena, Julie Walters ve David Thewlis’in yanı sıra Evanna Lynch, Matthew Lewis ve Bonnie Wright eşlik edecek.
İki ödüllü oyuncu ise ilk kez bir Harry Potter filminde yer alacaklar; Oscar ödüllü Jim Broadbent (“Iris”, “The Chronicles of Narnia: The Lion, the Witch and the Wardrobe”), filmde Harry’ye bir zamanlar Melez Prens’e ait olan eski bir İksirler kitabını veren İksir Profesörü Horace Slughorn’u canlandıracak. Ödüllü aktris Helen McCrory (“Becoming Jane”, “The Queen”) ise Draco Malfoy’un annesi ve kötü kalpli Bellatrix Lestrange’in kardeşi Narcissa Malfoy rolünü üstlenecek.
Filmde, ayrıca, birçok yeni oyuncu da sinemaya “Harry Potter and the Half-Blood Prince/Harry Potter ve Melez Prens”le adım atacaklar: Bunlardan Jessie Cave, gözünü Ron Weasley’ye diken Lavender Brown’ı canlandıracak. Dokuz yaşındaki Hero Fiennes Tiffin, Tom Riddle’ın 11 yaşındaki hâlini, 16 yaşındaki Frank Dillane ise çoktan Lord Voldemort olma yoluna girmiş genç Riddle’ı oynayacak.
Filmin görüntü yönetimini iki Oscarlı Bruno Delbonnel (“A Very Long Engagement”, “Amelie”) gerçekleştirecek. Bu, görüntü yönetmeninin ilk Harry Potter filmi olacak. Kamera arkasında ona Harry Potter’ın deneyimli isimleri eşlik edecek: Yapım tasarımı Stuart Craig’in, kurgu Mark Day’in, kostüm tasarımı Jany Temime’in, yaratık ve makyaj efektlerinin tasarımı Nick Dudman’ın, müziği ise Nicholas Hooper imzasını taşıyacak. Filmin özel efektleri amiri John Richardson, görsel efektler amiri ise Tim Burke.
Harry Potter and the Half-Blood Prince/Harry Potter ve Melez Prens” 21 Kasım 2008’de bir Warner Bros. Entertainment kuruluşu olan Warner Bros. Pictures tarafından gösterime sunulacak.

Manga’dan ‘Şehr-i Hüzün’ albümü

16 şarkıdan oluşan albümde grubun solisti Ferman Akgül’ün prodüktörlüğünü ve yönetmenliğini yaptığı 150 dakikalık bir “maNga Belgeseli DVD”si de bulunuyor.
DVD, grubun kuruluş yıllarından bugüne kadarki hikayesini hiç gün yüzüne çıkmamış görüntüler ve detaylı anlatımlarla yansıtan kapsamlı bir belgesel niteliği taşıyor.
Albümde, Cartel’den Alper Aga, maNga’nın her konserinde seslendirdiği “Evdeki Ses” coverını grupla birlikte seslendirmiş.Albümün bir diğer sürprizi ünlü piyano virtüözü ve besteci Tuluyhan Uğurlu’nun piyanosuyla birden fazla şarkıya eşlik etmesi. Bunlardan bir tanesi “Hayat Bu İşte” şarkısında “Istanbul Kanatlarımın Altında” filmine damgasını vuran unutulmaz melodisini çalmasıyla gerçekleşti.
Albüme ait ilk klip, ABD’de birçok ünlü grubun klibinde ve reklam çalışmalarında yönetmen ve görüntü yönetmeni olarak imzası bulunan Yon Thomas tarafından “Dünyanın Sonuna Doğmuşum” adlı şarkıya çekildi.

FATİH AKIN'DAN CANNES FESTİVALİNE RET

Yeni Filmi "Soul Kitchen"in Bazı Çekimlerini Yenilemek İsteyen Yönetmen Fatih Akın, Bu Nedenle Dünyanın En Prestijli Film Festivallerinden Olan Cannes'dan Filminin Gösterimi İçin Gelen Daveti Reddetti.
Yeni filmi "Soul Kitchen"in bazı çekimlerini yenilemek isteyen yönetmen Fatih Akın, bu nedenle dünyanın en prestijli film festivallerinden olan Cannes'dan filminin gösterimi için gelen daveti reddetti.
"Berliner Morgenpost" gazetesi, başrollerini Moritz Bleibreu ve Birol Ünel'in paylaştığı "Soul Kitchen"in gösterimi için Cannes Film Festivalinden davet geldiğini, ancak Akın'ın, filmin çekimleri için daha fazla zamana ihtiyaç duyduğu ve bazı sahnelerin çekimini tekrarlayacağı gerekçesiyle Festival Başkanı Thierry Fremaux'a bu hafta içinde ret cevabı verdiğini yazdı.
Türk kökenli Alman vatandaşı olan Fatih Akın'ın son zamanlarda çok sayıda film ve festival jürisinde yer aldığı hatırlatılan haberde, Akın'ın, bazı filmlerin yapımlarına daha fazla zaman ayrılması durumunda daha iyi olacağına inandığı, bu nedenle kendi filmine de daha fazla zaman ayırmak istediği belirtildi.
"Buna rağmen Akın'ı Cannes Film Festivalinde görmenin mümkün olabileceği" kaydedilen haberde, Akın'ın da yapımına katıldığı "New York, I love you" adlı filmin festival kapsamında gösterileceği ifade edildi.
Haberde, Akın'dan önce hiçbir Alman yönetmenin böyle bir daveti bugüne kadar reddetmediğine de işaret edildi.
Akın, Cannes Film Festivalinde 2 yıl önce "Yaşamın Kıyısında" adlı filmiyle en iyi senaryo ödülünü aldıktan sonra, 2008 yılında festivalin jürisinde yer almıştı.

16 Nisan 2009 Perşembe

Yalvaç Ural’dan oyuncak sergisi

Yalvaç Ural’ın oyuncak koleksiyonu Rahmi M. Koç Müzesi Fenerbahçe Vapuru’nda 14 Haziran’a kadar sergilenecek. Bu sergiyi ziyaret edenler, oyuncakların öyküsünü ‘Çocukların Yalvaç Abisi’nden dinleme şansına sahip olacak
Çocuk edebiyatının usta kalemi, gazeteci Yalvaç Ural’ın, oyuncak koleksiyonu Rahmi M. Koç Müzesi’ndeki Fenerbahçe Vapuru’nda ziyarete açıldı. Birçok davetlinin katıldığı koteyl sonrası Halit Kıvanç, Müjdat Gezen ve Hasan Kaçan’la birlikte kurdele kesen Ural, misafirlerine sergisini gezdirdi.
Özel bir seçki
Ural’ın koleksiyonundan özel bir seçkiyi meraklılarına sunan “Yalvaç Ural Teneke Oyuncaklar Sergisi’ 14 Haziran’a kadar gezilebilecek.
Yerli oyuncaklardan Alman, Çin, Japon, Amerikan oyuncaklarına, Fransız arabalarından İspanya’da üretilen replika oyuncaklara, demir döküm ve kurşun oyuncaklardan tahta oyuncaklar ve çizgi roman karakterlerine kadar uzanan dopdolu koleksiyon orijinal ve özel parçalarıyla “Yalvaç Ural Teneke Oyuncaklar Sergisi”nde yer alıyor.
İmza günleri yapacak
Koleksiyonun diğer önemli özelliği de Türkiye’de toplanmış olan oyuncakların Türkiye’nin tarihi ve kültürel gelişimini yansıtıyor olması. Sergi süresince Yalvaç Ural “oyuncak, kitap ve çocuk” konusunda ziyaretçilerle söyleşecek, imza günleri yapacak ve çocuklara oyuncaklarının öyküsünü anlatacak.

Ertuğrul Duru, Müjdat Gezen, Halit Kıvanç ve Hasan Kaçan Yalvaç Ural’la birlikte kurdeleyi kesti. Konuklar daha sonra sergiyi gezip oyuncakları yakından inceledi.


Koleksiyoncular ile yepyeni bir macera!

David Baldacci, iskambil kâğıtlarının renkli dünyasını, milyonlarca dolar değerindeki nadir kitaplarla dolu kütüphanelerin tozlu raflarıyla ve devlet sırlarının karanlık gerçekleriyle buluşturuyor…
David Baldacci, kimi zaman gerçeğe çok yaklaşan komplo teorileri de içeren çoksatan romanlarıyla tanınan bir yazar. “Deve Kulübü” ,yazarın 11 Eylül sonrasında Amerikan siyasetinin ve güvenliğinin yeni biçimini irdelediği dört kitaplık roman serisinin kahramanlarından oluşuyor. Koleksiyoncular, bu seriye dâhil bir kitap.
Koleksiyoncular, yeni Temsilciler Meclisi Başkanı’nın bir suikaste kurban gitmesiyle açılıyor. Bu suikast, haliyle Amerikan kamuoyunu ve hükümetini derinden sarsıyor. Bu arada, Kongre Kütüphanesi’nin utangaç yöneticisi Jonathan DeHaven’ın tek istediği değerli kitaplarının arasında sıradan bir gün geçirmek, ama Jonathan, bir sabah kütüphanenin orta yerinde Deve Kulübü üyelerinden, kitap sevdalısı Caleb Shaw tarafından ölü bulunduğunda işler karışmaya başlıyor.
Komplo teorileri üretmesiyle tanınan Oliver Stone’un başını çektiği “Deve Kulübü”, bu iki şüpheli ölüm karşısında duruma el koymaya ve aralarındaki bağlantıyı bulmaya karar veriyor. Araştırmaları sırasında karşılarına, Annabelle Conroy adında gizemli ve çok güzel bir kadın çıktığında, başta istemeseler de birlikte hareket etmek zorunda kalıyorlar. Stone ve adamlarının bilmediğiyse, Conroy’un Amerika’nın en önemli kumar merkezlerinden biri olan Atlantic City’de yüzyılın en büyük dolandırıcılığını yapıp uzaklara kaçmak niyetinde olduğu. Bu onu da kimileri için tehlikeli bir hedef haline getirmiş durumda. DeHaven’ın ve Bradley’nin katilleri de kimliklerinin ortaya çıkmaması ve kurdukları düzenin bozulmaması için akla hayale gelmeyecek kötülükler yapmakta hiçbir sakınca görmüyorlar.
“Deve Kulübü” ve Annabelle Conroy, iki koldan saldıran bu düşmanların karşısında aradıkları gerçeğe ulaşabilecekler mi? İşte Baldacci’nin, milyonlarca dolar değerindeki nadir kitapların gizemli dünyasında geçen ve elinizden bırakamayacağınız romanı bu sorunun cevabını arıyor.

Hayal Tozu Gölgecisi

Çok mu yorgunsunuz? İşiniz başınızdan aşkın ve siz bunlara yetişemiyor musunuz? Yaşlandığını düşünen umutsuz bir vaka mısınız? O zaman sizde vitamin eksikliği olabilir. Bakın Hayal Tozu Gölgecisi, nam-ı diğer Sadık Yemni size ne söylüyor: '2005 yılında Bekleme Odası adlı öykümü yazarken, neredeyse 20 yıl sonra tekrar öykü yazmaya başlamıştım. Seksenlerde kaleme aldıklarım acemi zamanlarımın sade fikir yongalarıydı. Arka arkaya uzun metrajlı romanlar yazdığım için nasıl bir sonuç alacağımı çok merak etmekteydim. Son üç yıl içinde ondan fazla öykü yazdım. Öykü yazmak beynin olumlu anlamda çocuklaşması, gençleşmesidir. Mucizevi Ö vitaminidir. Kararında doz alınırsa yüreği ve beyni genç tutar. Umut besletir. Ve belki de en önemlisi bizi gelecekteki muhtemel tehlikelere karşı uyarır.'

Ben öykü yazamam, o zaman da Ö vitamini alamam diye üzülmeyin. Siz de okuyarak beslenirsiniz. Türk edebiyatında örneği çok olmayan korku ve bilimkurgu türündeki romanlarıyla tanıdığımız Sadık Yemni'nin Hayal Tozu Gölgecisi adlı öykü kitabı dokuz tabletlik Ö vitamini içeriyor. Sonra da kendi yazma serüvenini kısaca anlattığı bir yazıyla eserini sonlandırıyor. Ruh Vestiyeri, Bakış Ressamı, Bekleme Odası, Sokaklar Benim Yeniden, Akaşanlar, Dünya Hrönir Cumhuriyeti, K2RİK ve Gece, Yak ve Git, Nefesçil... bunlar Sadık Yemni'nin hikâyelerinin isimleri. Hikâyelerin isimlerinden de anlaşılacağı üzere, yazarın 'evet, işte bunu Sadık Yemni yazmıştır' diyebileceğimiz bir dili, bu dili ören kendi üretimi kelimeleri ve en önemlisi hayal kurmayı unutan biz büyüklerin sığınabileceği sahibinden devren kiralık kocaman bir hayal dünyası var.

Eser içindeki dokuz hikâyenin her biri, farklı bir ruh halinin hayal ve gerçek sarmalında anlatımına dayanıyor. Çağımızın teknolojik aygıtlarının hayatımızı nasıl ele geçirdiğini vurguladığı hikâyelerin yanı sıra farklı boyutlarla kurulan iletişimlerin de anlatıldığı hikâyeleri okurken, birisi tarafından izleniyor olduğunu düşünmenin verdiği o donuk tedirginliği de duyumsuyorsunuz. Birisi sizin beyninizi okuyor ve düşündüklerinizi yüzünüze vuruyormuş gibi. Duvar kâğıdındaki şekilleri birer surete benzetip, kendi dünyamda at koşturduğum günleri çoktan unutmuşken, 'Akaşanlar', duvarlardan yola çıkıp kendi hayal dünyamı kurduğum, kendi kendime korku yarattığım günleri hatırlattı bana. Topladığı nefeslerle yaşlanmadan yüzyılı aşkın bir ömrü yaşayan Nefesçil'in hikâyesiyle 'acaba farklı yüzyıllarda, hep aynı yaşta olsaydım nasıl olurdu' diye aklımdan zaman zaman geçmiş bir düşü tekrar düşürdü aklıma. İnsanların 'çevrimiçi ve çevrimdışı' olarak adlandırıldığı bir devrin tuhaf durumunu tuhaf olaylarla anlattığı 'Sokaklar Benim Yeniden' ve 'K2RİK ve Gece' isimli hikâyelerinde de teknoloji çağına yaptığı eleştiriyle masa başından kalkıp güneşe bakma gerekliliğini hissettirdiğini söyleyebilirim.

Borges, 'Tlön, Uqbar, Orbıs Tertıus' hikâyesine arkadaşı Bioy Casares'le gecenin geç saatlerinde aynanın ürkünç bir yanı olduğuna dair yaptıkları sohbeti anlatarak başlar. Casares'in, Uqbarlı bir kafirin insanın sayısını çoğalttığı için aynaları ve çiftleşmeyi tiksinç saydığını söylemesi üzerine Borges, bu sözlerin kaynağını sorar. Arkadaşının gösterdiği kaynakta böyle bir bilgi yoktur. Uqbar'ın neresi olduğu fikri Borges'in merakını cezb eder ve araştırmaya koyulur. Hikâye, Berkeleyci idealizmin üzerine kuruludur. Dünyada yalnızca ruhların ve bu ruhların idelerinin var olduğunu, buna karşılık maddenin var olmadığını öne süren bu felsefenin mekânı olarak Borges, Tlön adlı düşsel bir bölge yaratır. Bu dünyada var olan her şey zihin gücünün bir ürünüdür ve buna da hrönir der. Sadık Yemni de bu hikâyeden yola çıkarak kendini 'hrönir gerçekliğinin cumhurbaşkanı' ilan ettiği Borgesvari bir hikâyeyle öykü kitabında Borges'i de anar. Kendi tlönünde yarattığı hrönir gerçekliğine dair söyledikleri ise herkesi bu fani gerçeklikten kaçıp hrönir gerçekliğe sığındıracak gibi:

'Her gün güneş doğarken rastlantısal bir piyangonun, zihinler arası etkileşimin fırdöndüsü ya da, etkisiyle idareci kadro yenilenecek. Hiçbir makam, iktidar, mevki, birkaç haftadan uzun süremeyecek. Kimse çocuklarına iktidar ve kapital devredemeyecek. Kraliyetler, cemaatler, esoterik kurumların hepsi dağılıp bu fırdöndüsel piyangonun etkisine tabi olacaklar. Meslekler, uzmanlıklar herkesin malı olacak. Kalifiye olmayan işler herkesin elini öpecek. Bir sabah masanızın üzerinde kendi kendine beliren bir zarfta o gün, bir hafta ya da en fazla iki üç hafta boyunca yaş, cinsiyet ve zihin kalibrenize uygun olarak kasaplık, terzilik, hamallık, çiftçilik, öğrencilik, laborantlık, aylaklık ya da küresel dünyanın cumhurbaşkanlığını yapacaksınız. Bir anda eski işinizin belleğinizdeki kayıtları gevşeyecek ve yeni işinize uyarlanacaksınız. Süpermarketler yerini mahalle bakkallarına, bakkallar da şahsi üretime bırakacaklar. Giyecekler, makamlar, para ve tahviller gibi yiyecekler de hrönirleşecekler. Mahalle bakkalları birer birer ortadan kalktığında tarım üretimi kendini epey sınırlamak zorunda kalacak, ama tamamen sonlanmayacak. Pırasa ekip pancar biçmek, pancarları eve götürürken bazılarının patlıcana dönüşmesine alışılacak. Her gün beliren yeni bir maydanoz çeşidine ad vermekte direnenler çıkacak. Kapkalın defterlere yazdıkları adlar sayfalardan taşıp sokaklara dökülecekler. İnsanlar yeniden sebze meyve toplayıcı çağlarına geri dönecekler. Çocuklar ve yaşlılar çıtır çıtır taze ekmeği, peyniri, domatesi bakkaldan almaktansa ağaç tepelerinden toplamayı yeğleyecekler. Tüfekle, okla yayla yapılan avcılık bitecek. Geyiğin zihni de hrönir tuttuğundan avcıya kaya parçası gibi görünecek. Son tüfek de değişip başka bir şeye dönüşene kadar avcılar geyik sanıp kayalara, kuş sanıp ağaç dallarında yetişen muz kokulu karpuzlara ateş edip duracaklar''

Sadık Yemni, romanlarıyla yarattığı o dünyayı öykülerine de yansıtmış. Bizlere hayalin hâlâ sığınılabilecek sağlam bir liman olduğunu Hayal Tozu Gölgecisi ile bir kez daha hatırlatmış. Ö vitamini eksikliğini yaşayan bünyeler için dozunda faydalar sunan yazar, insana her şeyin başı hayaldir dedirten eseriyle, romanlarının yanı sıra öykülerinin devamını da beklettirecek gibi görünüyor.

Hayal Tozu Gölgecisi/ Sadık Yemni/ Everest Yayınları/ 126 s.

'Mahalle baskısı' raflarda

Gazeteci-Yazar Ruşen Çakır, İrfan Bozan ile birlikte "Mahalle Baskısı Var Mı Yok Mu?" adlı yeni bir çalışmaya imza attı. Ruşen Çakır, ikinci kitabında, bu kez Türkiye'nin önde gelen gazetecileri ve akademisyenlerine "Mahalle Baskısı"nı sordu.
Gazeteci-Yazar Ruşen Çakır ve İrfan Bozan'ın Doğan Kitap'tan Mart ayı başında çıkan ve kısa sürede ikinci baskısını yapan "Mahalle Baskısı Var Mı Yok mu?" çalışması 'mahalle baskısını' bu sefer de Türkiye'nin önde gelen gazetecilerine ve akademisyenlerine sordu. Sorulara, alanında önemli şu 45 isim görüş verdi:
"Prof. Ahmet Çakmak, Prof. Ahmet İnsel, Ahmet Taşgetiren, Ali Balkız, Ali Bayramoğlu, Ali Bulaç, Dr. Ali Ekber Doğan, Prof. Ali Yaşar Sarıbay, Avni Özgürel, Yrd. Doç. Aykan Erdemir, Cüneyt Ülsever, Doç. Ergün Yıldırım, Prof. Eser Karakaş, Fatih Altaylı, Fevzi Gümüş, Prof. Fuat Keyman, Gülağa Öz, Güneri Şen, Yrd. Doç. Mustafa Kemal Coşkun, Mümtazer Türköne, Prof. Naci Bostancı, Nazlı Ilıcak, Prof. Niyazi Öktem, Nuray Mert, Oktay Ekşi, Oral Çalışlar, Özdemir İnce, Sabrina Tavernise (New York Times Gazetesi Türkiye Büro Şefi), Prof. Sema Erder, Prof. Süleyman Seyfi Öğün, Şahin Alpay, Tufan Türenç ve Prof. Yasin Aktay."

Çakır, kitabın sonuç bölümünde ise tartışmayı üçe ayırıyor, "Tabii ki var" diyenler, "Tabii ki var, ama..." diyenler ve "Tabii ki yok" diyenler.

"Kemal Sunal Film Afişleri" sergisi

"Türk Sinemasının Güldüren Yüzü: Kemal Sunal Film Afişleri Sergisi", 20 Nisan'da İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde açılacak. Fakültenin Eminönü yerleşkesinde sanatseverlere sunulacak sergi, 25 Nisan'a kadar görülebilecek.
Agah Özgüç'ün arşivinden düzenlenen serginin açılışında öğrenciler tarafından hazırlanan Kemal Sunal belgeseli gösterilecek.
Serginin açılışında sanatçının yakınları ve sanat dünyasından dostlarının katılacağı kokteyl verilecek.

İSTANBUL OYUNCAK MÜZESİ SERGİSİ AÇILDI

Palladium'un, 16 Nisan – 03 Mayıs Tarihleri Arasında Oyuncak Tutkunlarına Ağırlayacağı, İstanbul Oyuncak Müzesi Sergisi Bugün Sunay Akın'ın Katılımıyla Açıldı.
Palladium’un, 16 Nisan – 03 Mayıs tarihleri arasında oyuncak tutkunlarına ağırlayacağı, İstanbul Oyuncak Müzesi Sergisi bugün Sunay Akın’ın katılımıyla açıldı.
Dünyanın birçok ülkesinden farklı konseptte oyuncağı bir araya getiren sergide, İstanbul Oyuncak Müzesi’nde daha önce hiç görmediğiniz yepyeni oyuncaklar da sergileniyor.
Ayrıca sergi boyunca ziyaretçilerden toplanacak kullanılmayan oyuncaklar, Trabzon Maçka’da köy okullarına armağan edilecek.
Palladium, Sunay Akın tarafından kurulan İstanbul Oyuncak Müzesi ile gerçekleştirdiği işbirliğiyle dünyanın çeşitli ülkelerinden farklı dönemlere ait oyuncakları ziyaretçileri ile buluşturuyor.
Dünyanın dört bir yanından 15 yıldır toplanan oyuncaklarla, farklı kültürleri aynı çatı altında bir araya getiren İstanbul Oyuncak Müzesi, bu yıl Palladium’da, daha önce müze ziyaretçilerinin görmediği yepyeni oyuncaklarını sergiliyor. Temel Reis, Mickey Mouse ve Pinokyo’nun ilk üretilen oyuncaklarından, antika bebekler ve bebek evlerine kadar uzanan yüzü aşkın antika oyuncak, Palladium ziyaretçilerini oyuncakların büyülü dünyasına götürüyor. Dünya tarihini kendi dilinden anlatan bu benzersiz oyuncaklar, geçmiş ile günümüz arasında özel bir bağ kuruyor.
Bu özel sergi aynı zamanda anlamlı bir amaca da hizmet ediyor. Sergi boyunca ziyaretçilerden toplanacak kullanılmayan oyuncaklar, Trabzon Maçka Köy okullarındaki çocukların yüzünü güldürecek.
İstanbul Oyuncak Müzesi sergisini gezerken masalsı bir dünyaya adım atacak ziyaretçiler evcilik oynadıkları bebekleri, kurşun askerleri, metal arabaları ile karşılaşacaklar, zamanda yolculuğa çıkacaklar.
7’den 70’e herkesin ilgisini çekecek sergi, özellikle 23 Nisan’da çocuklarına sürpriz yapmak isteyenler için güzel bir alternatif olacak. Sergi, 3 Mayıs tarihine kadar gezilebilecek.

11. Anadolu Üniversitesi Uluslararası Eskişehir Film Festivali

Anadolu Üniversitesi Uluslararası Eskişehir Film Festivali 01 – 11 Mayıs tarihlerinde 11. kez Eskişehirli sinemaseverler ile buluşacak. On yıl öncesinin alçakgönüllü sekiz filmlik gösterimi yıllar içinde kentteki sinema salonlarına yayılan bir film festivaline dönüştü. Festival Başkanı Prof. Dr. Gülseren Güçhan, Sinema Günleri’nin film festivaline nasıl dönüştüğünü açıklayan iki önemli şey olduğunu söyledi: “Anadolu Üniversitesi’nin Eskişehir’in kültürel hayatındaki güçlü kurumsal kimliği ve başkanından haber yapanına kadar kimi öğrenci kimi öğretim üyesi hepsi üniversiteli ‘başka yerde olmayan’ ekibi”.

FIPRESCI kime gidecek?

7-14 Mayıs tarihleri arasında düzenlenecek 12. Uluslararası Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali'nde FIPRESCI Ödülü için yarışacak filmler belli oldu.
12. Uluslararası Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali'nin “Her Biri Ayrı Renk” bölümünde yer alan 12 film, Uluslararası Film Eleştirmenleri Birliği (FIPRESCI) Ödülü için yarışacak. Bu sene Polonya’dan Anita Piotrowska, İsveç’ten Leif Joley ve Türkiye’den Nil Kural’dan oluşan FIPRESCI Jürisi; Almanya, Amerika, Arjantin, Hindistan, Hollanda, Hong Kong, Portekiz, Rusya ve Türkiye’den katılan filmlerden birini seçecek. Ödül alan film 14 Mayıs Perşembe günü festivalin kapanış töreninde açıklanacak ve törenin ardından ücretsiz gösterilecek.

Alakuş’un son filmi yarışmada
Yarışmaya Almanya’dan iki film katılıyor. Bunlardan ilki, Türkiye asıllı yönetmen Buket Alakuş’un ‘Fin Tangosu’ (Finnish Tango) adlı filmi. Geçtiğimiz sene Alman Film Ödülleri’nde “Seyirci Ödülü”nü kucaklayan film, Alex adlı genç bir adamın hikâyesi etrafında, bir grup ‘tutunamayanın’ hayata bağlanma çabalarını anlatıyor.
Yarışmanın diğer Alman filmi ise Bernhard Wicki Film Ödülleri’nde “Barış Ödülü”nü almış olan ‘Anarşistin Karısı’ (The Anarchist's Wife). Daha önce ‘Love The Hard Way’ ve ‘Obsession’ gibi filmlerde birlikte çalışan Marie Noëlle ve Peter Sehr ikilisi bu kez, General Franco’nun galibiyetiyle sonuçlanan İspanya İç Savaşı’na odaklanıyor. Film, bu savaşta Franco’ya karşı direnen kızılların önde gelen isimlerinden Justo ve onun ideolojik savaşı nedeniyle yıllarca faşist baskılarla mücadele eden eşi Manuela’nın öyküsünü anlatıyor.

Bağımsız sinemayı sevenlere
Festivalin, Amerikan bağımsız sineması tutkunları için de bir sürprizi var. Genç yönetmen Marianna Palka’nın yazıp yönettiği ve başrolünü oynadığı ‘İyi Mal’ (Good Dick) romantik komedi türüne göz kırparken bir yandan da türün klişelerini tersine çeviren etkileyici bir aşk filmi. İlk gösterimini 2008 yılında Sundance’te yapan ve Edinburgh Film Festivali’nde de Palka’ya En İyi Yeni Yönetmen ödülünü kazandıran film, komediyle dram arasındaki dengeyi başarıyla tutturan, mütevazı ve keyifli bir Amerikan bağımsızı.

Yarışmada Amerikan sinemasını temsil edecek bir diğer film olan ‘Sita Şarkı Söylüyor’ (Sita Sings the Blues) ise festival tarihinde FIPRESCI Ödülü için yarışacak ilk animasyon olma özelliğini taşıyor. Yönetmen, senarist, animasyoncu Nina Paley’nin Berlin’den Atina’ya, Avignon’dan Denver’a uluslararası pek çok film festivalinden ödüllerle dönen bu enfes filmi, aradan bin yıllar geçse de, aşkın hep aynı körlük, bağlılık ve gözyaşlarına sahip olduğunu hatırlatıyor.

Büyümek zordur
Cannes’dan ödüllü ‘Herkes Ölür, Ben Hariç’ (Everybody Dies But Me) yeniyetmelik üzerine yapılmış en iyi filmlerden biri. 24 yaşındaki yönetmen Valeriya Gai Germanika’nın filmi Moskova’nın görece yoksul mahallelerinde genç kadın olmanın nasıl bir şey olduğuna dair çarpıcı gözlemler içeriyor.

Mijke de Jong’un yarışmaya Hollanda adına katıldığı filmi ‘Katia’nın Kız Kardeşi’ (Katia’s Sister), ablası Katia ve seks işçiliği yapan annesiyle birlikte yaşayan 13 yaşındaki Lucia’nın öyküsünü anlatıyor. En son Berlin Film Festivali’nde gösterilen, Hollanda Film Festivali’nden de senaryo ve yardımcı kadın oyuncu (Olga Louzgina) dallarında ödül alan film, mahrem sayılabilecek bu öyküyü samimi ve yürek burkan bir sinema diliyle beyazperdeye armağan ediyor.

Arjantin’den sarsıcı hikâyeler
Türkiyeli sinemaseverlerin ‘Gemini’ filmiyle tanıdığı, Arjantin sinemasının yükselen yıldızı Albertina Carri’nin son filmi ‘Öfke’ (La Rabia) seyirciyi sarsacak bir yapım. Modern klasikler arasında yerini şimdiden alan film, kırsal hayatın sessiz ve durgun görüntüsünün ardındaki öfke ve şiddeti haykıran bir çığlık adeta. Transilvanya Film Festivali’nden “FIPRESCI Ödülü” bulunan ‘Öfke’yi, sarsıcı ve akıldan hiç çıkmayacak filmleri sevenler kaçırmamalı.

Festivalin bir diğer FIPRESCI Ödüllü filmi yine Arjantin’den geliyor. Lucrecia Martel’in son filmi ‘Başsız Kadın’ (The Headless Woman) bir kaza sonrası yaşamı değişen Verónica’nın öyküsünü anlatıyor. Pedro Almodóvar’ın yardımcı yapımcılığını üstlendiği film, uyanamadığımız kabusları andırıyor.

Villaverde’yi özleyenlere
Sadece Portekiz değil, Avrupa sinemasının da en önemli kadın yönetmenlerinden Teresa Villaverde’nin son filmi ‘Trans’ (Transe) Rusya’yı terk edip başka ülkeye yerleşme hayalleri kuran Sonya’nın kendini bir anda kadın ticaretinin tam ortasında bulduğu bir öykü... Avrupa Filmleri Festivali’nde “Jüri Özel Ödülü”nü alan ‘Trans’ bu bölümün en iddialı yapımlarından biri olması yanında, Villaverde’yi özleyenler ve onun sinemasıyla yeni tanışacak olanlar için bulunmaz bir fırsat.

Asya kıtasından iki film
Deepa Mehta’nın unutulmaz filmi ‘Su’daki oyunculuğuyla hafızalarımıza kazınan Hindistan sinemasının ünlü oyuncusu Nandita Das, bu kez kameranın arkasına geçiyor ve 2002'de Hindistan'ın Gujarat eyaletinde yaşanan kıyımın bir ay sonrasında bir grup insanın yaşadıklarına çeviriyor kamerasını. Das’ın Selanik Film Festivali’nden “Üstünlük Ödülü” aldığı filmi ‘Firaaq’ (Firaaq) üstün görsel anlatımı ve hüzünlü öyküsüyle seyirciyi derinden etkileyecek.

Yarışmaya Uzakdoğu sinemasından katılan film ise ‘Olduğumuz Gibi’ (The Way We Are) adını taşıyor. Hong Kong sinemasının en önemli yönetmenlerinden Ann Hui’nin filmi, ailelerinden uzaklaşmış veya uzaklaştırılmış iki kadının alınganlıklar, suçlamalar, sorgulamalar olmadan yeni bir aile kurmalarının hikâyesini anlatıyor. Sıradan görünen hayatların gerisinde yatan kırılmaları ve incelikleri gösteren bu film, Hong Konglu sinema yazarlarınca da geçen yılın en iyi filmi seçilmişti.

Türkiye’yi ‘Pandora’ temsil ediyor
Bu sene Bilge Olgaç Başarı Ödülleri’nden birinin de sahibi olan ve bütün filmleri festival programında yer alan Yeşim Ustaoğlu’nun uluslararası ödüllü son filmi ‘Pandora’nın Kutusu’ (Pandora’s Box) yarışmalı bölümde Türkiye’yi temsil edecek. Yol, yolculukta kimliği keşfetmek, sonuçta ‘öteki’ni kucaklamak gibi yönetmenin temel izleklerini taşıyan film, bir adım daha ileri giderek kentte geçen gerçekçi bir öyküyle yabancılaşma ve iletişimsizliği anlatıyor. Filmin gösterimi ardından Ustaoğlu ve filmin oyuncuları seyircinin sorularını yanıtlayacaklar.

FIPRESCI’li tek kadın filmleri festivali
FIPRESCI, 2004 yılından beri Festivale jüri göndererek, Her Biri Ayrı Renk bölümünde gösterilen filmlerden birine ödül veriyor. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, tüm dünyada çok prestijli kabul edilen bu ödülün verildiği tek kadın filmleri festivali olma özelliği taşıyor.

'Public Enemies'in fragmanı hazırlandı

“The Last of the Mohicans”, ”The Insider-Köstebek”, “Heat”,”Ali”, “Collateral” ve “Miami Vice”ın yönetmeninin yeni filmi dev bir oyuncu kadrosunu bir araya getirdi.
Bryan Burrough’un Türkiye’de yayınlanmayan “Public Enemies: America’s Greatest Crime Wave and the Birth of the FBI, 1933-43” (Halk Düşmanları: Amerika’nın En Büyük Suç Dalgası ve FBI’ın Doğuşu) adlı kitabından uyarlanan filmin yönetmenliğini Michael Mann üstlendi.
Senaryosunu Michael Mann ile Kevin Misher’ın birlikte yazdığı suç dramasının konusu Amerika’nın Büyük Bunalım yıllarında geçer ve FBI ajanı Melvin Purvis’in (Christian Bale canlandırıyor) o dönemin en ünlü suçluları John Dillinger (Johnny Depp canlandırıyor), Baby Face Nelson(Stephen Graham canlandırıyor) ve Pretty Boy Floyd’u(Channing Tatum canlandırıyor) cezaevine tıkma çabası üzerinde odaklanılır.
“Public Enemies- Halk Düşmanları” adlı filmde FBI ajanı Purvis rolünde Christian Bale oynarken Büyük Bunalım yıllarının suç patronlarından Dillinger rolünde Johnny Depp oynadı. Dillinger’ın kız arkadaşı Billie Frechette rolünde ise Oscar ödüllü oyuncu Marion Cotillard kamera karşısına geçti.
Filmin çekimlerine 17 Mart 2008 tarihinde Wisconsin eyaletine bağlı Columbus’ta başlandı. Ardından Chicago’ya geçilerek devam edildi. Filmin bazı bölümleri de Dillinger’ın hapishaneden kaçtığı kasaba olarak bilinen Indiana eyaletindeki Crown Point’te gerçekleştirilecek.
Christian Bale, Johnny Depp, Marion Cotillard ile Channing Tatum’un başrolleri paylaştığı suç draması, 10 Temmuz 2009’da Türkiye sinemalarında gösterilmeye başlanacak.

KİM HANGİ ROLDE?
* FBI Direktörü J. Edgar Hoover(Billy Crudup canlandırdı) tarafından özel olarak seçilen ve Dillinger’ı ele geçirmek için insan avı başlatan FBI ajanı Melvin Purvis rolünde Christian Bale.
* “Halk Düşmanları” çağı olarak tanımlanan 1931 – 1935 yılları arasında yaptığı çok sayıda banka soygunu ile basının manşetlerine yerleşen John Dillinger rolünde Johnny Depp.
* Dillinger’ın şarkıcı sevgilisi Billie Frechette rolünde “Kaldırım Serçesi” Şarkıcı Edith Piaf’ı canlandırarak Oscar ödülü kazanan Marion Cotillard.
* Banka soyguncusu ve katil zanlısı Pretty Boy Floyd rolünde Channing Tatum.
* 1930’lu yıllarda Barker çetesiyle ittifak yapmasıyla tanınan ünlü suçlu Alvin Karpis rolünde Giovanni Ribisi. (Karpis ele geçirilen son Halk Düşmanı’ydı).
* Dillinger ile Baby Face Nelson’un işbirlikçisi olarak tanınan banka soyguncusu Homer Van Meter rolünde Stephen Dorff.
* Federal Soruşturma Bürosu’nun (FBI) ilk direktörü J. Edgar Hoover rolünde Billy Crudup.
* Dillinger’ın gerçek kimliğinden haberi olmayan sevgilisi Polly Hamilton rolünde Leelee Sobieski.
* 20. yüzyılın başlarında faaliyet gösteren ve Dillinger ile yaptığı işbirliği ile tanınan Kanadalı banka soyguncusu John “Red” Hamilton rolünde Jason Clark.
* Al Capone’un sağ kolu Frank Nitti rolünde John Ortiz.
* Dillinger’ın ekibinin üyesi Harry Pierpont rolünde “Avustralya” adlı epikten tanıdığımız David Wenham.
* Yüzündeki genç görünümü, vücut yapısı ve uzun boyuyla Baby Face Nelson (Bebek Yüz Nelson) adıyla tanınan banka soyguncusu rolünde Stephen Graham. (Dillinger’ın 1934 yılında ölümünden sonra Nelson, 1 Numaralı Halk Düşmanı olmuştu.)
* Dillinger’ın 1933 yılında hapishaneden kaçmasını sağlayan Charles Makley rolünde Christian Stolte. (Makley, Illionis’teki ‘halk düşmanları’ listesinde Dillinger, Pierpont ve Hamilton’un ardından dördüncü sırada yer alıyordu.)
* Dillinger ve çetesini yakalamak için düzenlenen insan avına katılan Texas Rangers’ın lideri Charles Winstead rolünde Stephen Lang.
* FBI ajanı John Madala rolünde Shawn Hatosy.
* Öldürüldüğü günlerde Dillinger ile romantik ilişkisi olan ve “Lady in Red” (Kırmızılı Kadın) olarak tanınan Anna Sage rolünde Branka Katic.
* Dillinger tarafından rehin alınan, sonra serbest bırakılan banka veznedarı Anna Patzke rolünde Emilie de Ravin.
* Dillinger’ın Michigan City cezaevinde kaldığı günlerde tanıştığı banka soyguncusu Walter Dietrich rolünde James Russo.( Dietrich Prusya ordusunda yüksek rütbeli bir subayken başarılı bir banka soyguncusuna dönüşen Herman ‘Baron’ K. Lamm’ın metodlarını Dillinger ve adamlarına öğreten kişi olarak tanınıyordu.)

KÜNYE
Yönetmen: Michael Mann
Oyuncular: Christian Bale, Johnny Depp, Marion Cotillard, Channing Tatum, Giovanni Ribisi, Stephen Dorff, Billy Crudup, Leelee Sobieski
Senaryo: Ronan Bennett, Ann Bideman, Michael Mann (Bryan Burrough’un kitabından uyarlama)
Yapımcılar: Michael Mann, Kevin Misher
Görüntü Yönetmeni: Dante Spinotti
Kurgu: Paul Rubell
Müzik: Elliot Goldenthal
Stüdyo: Universal Pictures,
Bütçe: 80 milyon dolar
Gösterim Tarihi: 10 Temmuz 2009

15 Nisan 2009 Çarşamba

Doğu edebiyatlarının Binbir Gece Masalları formunda anlatılmış, yazılmış pek çok metni var. Tûtînâme, bunlardan biri.
Kaynağı Sanskritçe. Günümüze kalan en eski yazmalarsa Farsça. Tûtî, bildiğimiz papağan. Türkçede dudukuşu olarak da söyleniyor. Bu nedenle kitabın adına Papağanname ya da Dudukuşu’nun Hikâyeleri de denebilir. Hikâye kısaca şöyle: Tâcir Said, bilgili, akıllı bir papağan edinir. Sonra işi nedeniyle denize açılır. Papağanına da o yokken karısına göz kulak olmasını öğütler. Güzel karısı Mahı Şeker, bir zaman sonra bir âşık edinir. Papağan da onu âşığına göndermemek amacıyla her gece Mahı Şeker’e hikâyeler anlatmaya başlar. Bu iş tam otuz gece sürer. Kıssalar, ibretli masallar, hayvan hikâyeleri... Kitabı şiirimizin büyük ustası Behçet Necatigil’in Türkçesinden okuyabilirsiniz. Tûtînâme, Necatigil’in tamamladığı haliyle kaybolmuş, ölümünden yıllar sonra ortaya çıkmış.
Can Yayınları tarafından piyasaya sürülen Tûtînâme, tüm kitapçılarda...
Yayına hazırlayan: Faruk Duman
Sayfa sayısı: 309
Fiyatı: 21,50 TL

Gılgamış Destanı

Gelmiş geçmiş en büyük kahramanlardan biri Gılgamış
İyi bir hükümdar, güçlü bir savaşçı ve en önemlisi bilge bir kişilik,Ölüme karşı çıkmak için büyük çabalar harcamış, bilginin peşinden koşmuş, onurlu bir yaşam sürmüş ve gelecek kuşaklara bıraktığı mirasla ölümsüzleşen, tanrıların kölesi olmayı redden ilk kahraman
Günümüzden yaklaşık 4300 yıl önce yazılmış, bilinen en eski yazınsal metin Gılgamış Destanı. Ölümsüzlük, bilgelik, kardeşlik ve kahramanlık üzerine bu destanı Bilgin Adalı gençler için yeniden yazdı.
Gılgamış Destanı / Bilgin Adalı
Resimleyen: Mustafa Delioğlu
Sayfa sayısı: 96 sayfa
Fiyatı: 8 TL

Osmanlı kadınına dair efsane ve gerçekler

Haremde tutsak mı yoksa imparatorluğun en özgür insanları mı?
Amerikan asıllı Aslı Sancar’ın, "Osmanlı Kadını: Efsaneler ile Gerçekler" adlı kitabı, Kaynak Yayınları’ndan çıktı.
ABD’nin kitap oskarları sayılan Benjamin Franklin Ödülleri’nde 1800 yapıt arasından tarih alanında yayınlanmış "En İyi Eser" seçilen kitap, Osmanlı kadını hakkında 19. yüzyıldan itibaren oluşmuş, "fanteziye dayalı, olumsuz ve Oryantalist" görüşleri inceliyor.
Osmanlı coğrafyasında uzun süre yaşamış Lady Montague, Julia Pardoe ve Lucy Garnett gibi Batılıların yazdıklarından alıntılar da yapılan kitapta, Osmanlı kadınının "Oryantalist kaynaklarda gösterildiği gibi pasif, zayıf, Harem’de tutsak, sadece bir zevk aracı değil, aksine aktif, güçlü ve toplumda çok önemli yere sahip bir kadın olduğu" anlatılıyor. Osmanlı kadınının Harem’de hiçbir hakka sahip olmayan bir "köle" gibi sunulduğu Batılı tasvirler, Osmanlı sicil defterlerinden belgelerle çürütülüyor.
Kitabın en ilgi çekici noktası ise Osmanlı kadınlarının o dönem Avrupalı kadınlarda bile bulunmayan haklara sahip olduğunu gün ışığına çıkartıp hatırlatması...

-"EGZOTİK VE EZİLMİŞ KADIN" SUNUMU...-
33 yıldır Türkiye’de yaşayan ve adını değiştirerek Türk vatandaşı olmayı seçen Sancar, 1990’lı yıllarda Harem ile ilgili bir kitabın eline geçmesiyle bu konuya ilgisinin başladığını söyledi.
"Kitap çok güzeldi ama tam bir oryantalist bakış açısı vardı" diyen Sancar, bu görüşlerin doğru olup olmadığını merak ederek araştırmaya başladığını, Türkiye ve dünyadaki birçok kaynağı ulaşmaya çalıştığını anlattı.
Sancar, "Çoğunlukla Avrupa seyyahlarının yazıları var ama Batıda bu konuda bir boşluk olduğunu, kaynakların eksikliklerini gördüm. O nedenle İngilizce bir kaynak oluşturmaya karar verdim" dedi.
Kaynakları inceledikçe Osmanlı kadını hakkında bilmedikleri çok şey olduğunu gördüğünü ifade eden Sancar, yabancıların gözünden Osmanlı kadını hakkındaki "efsane ve gerçekleri" şöyle dile getirdi:
"Genel olarak Oryantalist bilim adamlarının sunduğu yayınlar var. Osmanlı kadını egzotik ve ezilmiş olarak gösteriliyor. Bu konudaki benim görüşlerim de araştırmalarımla çok değişti. En önemlisi Osmanlı kadının haklarını öğrendim. 1882’ye kadar bir İngiliz evli kadının mal sahibi olma veya miras hakkı yok. Malları kocasına ait, kendi adına dava açamıyor. Boşanma hakkı yok, boşandığında çocukları kocaya veriyorlar.
Halbuki Osmanlı kadınının evlilikte kontrat yapma, istediği şartları koyma, boşanma hakkı var. Mal sahibi ve izni olmadan malları kullanılamıyor, mirasa sahip. Dava açabiliyor, küçük çocuklar anneye veriliyor. Bunların farkına vardım, bunlar benim için yeni bilgilerdi. Gördüm ki bildiğimiz efsane hakikatten gerçekten çok farklı..."

-OSMANLI KADININI TÜRKLER BİLE BİLMİYOR-
Sancar, bu konuyu Türkiye de bile birçok kişinin bilmediğine dikkati çekerek, "Kitaplarda bu konudan pek bahsedilmiyor ve Türkiye’deki kitaplar da yabancı kaynaklı olduğu için onlarda da bu konu geçmiyor. Halbuki Osmanlı kadınının o dönem çok önemli hakları var ve bunu kullanıyor. Bunun bilinmemesi üzücü" diye konuştu.
Aslı Sancar, Osmanlı kadınının toplum ve aile içinde çok itibarlı bir statüye sahip, zarafet ve estetik yönünün dikkat çekici olduğunu vurguladı.

-AVRUPALI KADINDAN DAHA MEDENİ...
Kitapta, Osmanlı kadınının yaşadığı Harem’in, düşünülenin aksine, kadınların rahatça bulunduğu ve misafirlerini ağırladıkları, ailece güzel saatler geçirdikleri yer olduğu belirtiliyor.
Batılı seyyahlardan alıntılar yapılan kitapta, D’ohsson’un, Osmanlı kadını hakkında şu ifadeleri yer alıyor:
"Tabiat, Doğu’nun kadınına hem zarafet hem de cazibe bahşetmiş. Tavırları soylu ve zarif. Davranışları hoş, konuşması açık, saf ve incelikli. En azından Türk Haremleri’ne sıkça girip çıkmış Hristiyan kadınların hepsi bunda ittifak ediyor. Bunun böyle olmadığına inanmak için de hiçbir sebep yok. Ben şahsen pek çok ortamda Türk kadınlarıyla bir araya geldim. Konuşmalarındaki sadelik, ifadelerindeki açıklık, düşüncelerindeki incelik, ses tonlarındaki zarafet ve davranışlarındaki seçkinlik beni her zaman için çok etkiledi."
Bir Avrupalı kadın Miss Julie Pardoe’nün gözünden Osmanlı kadını ise şöyle:
"Avrupa’da çok sık karşılaşabileceğiniz, o insanda konuşmaya heves bırakmayan kayıtsızlığın ya da tepeden bakan soruşturmacı tavrın Türk hanımefendilerinde de olabileceğinden korkmanıza hiç gerek yoktur. Onlarda tam tersine insana hoşnutluk veren, yürekten gelen bir medenilik vardır. Bu memleketin bütün insanlarında görebileceğiniz sezgisel nezaketlerinden doğar bu halleri..."
Osmanlı kadınının özgürlüğüne dikkat çeken Pardoe ise şaşkınlığını, "Hepimizin inanmaya yatkın olduğu üzere özgürlük mutluluksa, Türk kadınları en mutlu kadınlardır, çünkü tüm imparatorluktaki en özgür insanlar onlardır" sözleriyle dile getiriyor.

2010 Ajansı, Şekib Avdagiç'e emanet

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nda Nuri Çolakoğlu'nun istifa etmesiyle boşalan yönetim kurulu başkanlığına Şekib Avdagiç atandı.
Avdagiç, İstanbul Ticaret Odası'nda (İTO) gerçekleşen seçimler nedeniyle 25 Şubat'ta ajansın yürütme kurulu üyeliğinden istifa etmişti. Önceki gün İTO'yu temsilen yeniden bu göreve getirilen Avdagiç, Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı tarafından ajansın yönetim kurulu başkanlığına atandı. Yürütme kurulunun eksik 4 üyesi ise cuma günkü danışma kurulu toplantısında belirlenecek.
Clicky Web Analytics