6 Mayıs 2009 Çarşamba

Altından şehirler İstanbul’da buluştu

İnsanlık tarihi boyunca altının damgasını vurmadığı bir köşe kalmamıştır dünyada. Akbank Sanat’ta devam eden Altın Şehir adlı sergi, altınla haşır neşir olmuş şehirleri sanatseverlerle buluşturuyor
‘Bir mit, bir amaç, bir arzu, bir umut’; Altın Şehir. Akbank Sanat’ta Lynn MacRitchie ve Denizhan Özer’in küratörlüğünde 29 nisanda başlayan sergi; küratörlerin kendi eserlerinin yanı sıra St. Petersburglu genç sanatçı Alexey Moskvin ile Ankaralı sanatçı Lütfi Özden’e yer veriyor.
Küratörlerden Lynn MacRitchie kendi altın şehri Londra’dan yola çıkarak oluşturmuş bu fikri. Günün birinde işinden çıktığında, batmakta olan güneş ışığının dev binalara yansıyışı ve binadan binaya seken parlak altın renk, aslında o binaların içinde bulunulma nedeniyle ortak bir paydada kesişmiş. Şehrin göbeğinde, tam da paranın üretildiği bu yer, altının maddi değeri ile yansıyan ışığın altın rengi arasında bir metafor oluşturmuş. MacRitchie bundan yola çıkarak kendi altın şehir fikrini İstanbul’a taşımış.

Şehrin tek amacı para yapmak’
Video enstalâsyonu yedi farklı ekrana yansıyan görüntülerden oluşuyor. Daracık bir ekrana sıkışıp kalmış bir kuyumcu dükkânı, şehrin akışkanlığını ve sürekli deviminini yansıtırcasına olduğu yerde dönüp duran yüzünü görmediğimiz biri -ama belli ki para kazanmaya konstantre olmuş-, BBC arşivlerinden çekip çıkarılan Brezilya’da nehirde altın eleyen iki işçi eli -ve dolayısıyla bu dapdaracık alanda emeğin sıkışmışlığı-, tüm ihtişamıyla dikilmiş, şehrin belki de en güvenli ve sağlam merkezi olan İngiltere Bankası -hareketsiz görüntüsüyle, çünkü öylesine katı-, yine tüm ihtişamıyla bütün olayların altında döndüğü St. Michael Kilisesi, altın rengini gökyüzüne bırakarak ilerleyen bir jet ve nihayetinde Thames Nehri ve üzerine yansıyan altın rengi güneş ışığı. Görüntülerin tamamının belli bir anda bu nehre dönüşmesi bu maddiliğin aslında bir anda akabileceği, nehirle birlikte kaybolabileceği fikrinden doğmuş. MacRitchie, altının maddi anlamının fazlasıyla vurgulandığı bu tablonun bir parçası olduğunu saklamıyor. Bundan rahatsız da değil, bunun şehrin bir gerçeği olduğu düşüncesinde ve bu bütünlüğün her yanını seviyor, bu kontrast hoşuna gidiyor. Şehrin tek amacının ‘para yapmak’ olduğunun farkında olsa da bu acımasız yanlarıyla da barışık. Financial Times’ın sanat yazarı olması da belki bu yüzünden bir tesadüf değil. MacRitchie’nin altın şehri bir bakıma ‘altından’ şehir, bir takım değerlerini yitirmiş olmasına rağmen zenginliğiyle parıldıyor, fazlasıyla aydınlık.
Denizhan Özer ise şehirlerin kimliklerini yitirmeleri ve gittikçe birbirlerine benzemeleri fikrini sekiz farklı şehirden çektiği fotoğraflarla ifade ediyor. Buradaki şehirleri birbirinden ayırmak pek de mümkün değil. Aslında her biri ‘yer olmayan yer’e dönüşmüş. Nereye gidilirse gidilsin birbirinin aynısı olmuş devasa yapıların, gökdelenlerin gri dokusu beraberinde karşı-kültürleri de doğurmuş. Sokak sanatı belki de bu görüntülerin arasında kimliklerini ifade edebilmiş tek gerçeklik olarak kalmış. Özer’e göre ‘Altın Şehir’ kavramı belki tarihte var oldu fakat modern kent altın olmaktan çok uzaktadır. Özellikle mimari alanda başlayan benzeşme; coğrafya, iklim, tarih ve kültür göz ardı edilerek birbirinin tıpatıp aynısı olarak inşa edilen dev yapılar şehirleri anonimleştirmekte ve bir ‘oyun alanı’na dönüştürmektedir. Özer’e göre şehir plancılar ve sistemi elinde tutanların Lego oynar gibi kurduğu bu yeni doku aslında şehrin kimliğine büyük darbeler indirmektedir. Fakat bu koyuluk aynı zamanda onu kendi renklerine boyayan sokak sanatçılarının da oyun alanı olmaktan da geri kalmıyor.

Görünmeyen şehrin resmi
Lütfi Özden’in fotoğraflarında vurgulanan anonimleşme, Özden’in tablolarında şehir sıkıcılığını korumasına rağmen yerel kimliği de içine alıyor. Özden, tüketmeye yönelten şehre karşı duyduğu sıkıntıyı Ankara özelinden yansıtıyor. Bunu yapmak için de kendi deyimiyle şehrin sıfır noktasına değiyor. Tüketmenin ve tükenmişliğin alanına iniyor ve görünmeyen şehri resmediyor. Alexey Moskvin video çalışması olmadığım yer ise dört günlük gezisi sırasında deneyimlediği Bogota’da çekilmiş, doğduğu yer St. Petersburg ve bulunduğu yer Londra görüntüleriyle harmanlamış. Hep bir yolda olma hissinin, ev fikrinin varlığına rağmen oluşunu hissettiriyor. Bu yol videosunda hızlıca ve tam anlamıyla temas etmeksizin geçtiği bu yerler aslında bir kaçışı değil, bir keşfi, bir merakı yansıtıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Clicky Web Analytics